Directory

(PDF) Ahmed Resmî Efendi - Viyana ve Berlin Sefaretnâmeleri

Ahmed Resmî Efendi - Viyana ve Berlin Sefaretnâmeleri

no) kasabasında doğdu ve 1783 tarihinde,otuzüç yaşında gelip yerleştiği İstanbul'da öldü. Tahsil ve görgüsünü arttırmak için geldiği başkentte, Reisülküttâb Tavukçu Mustafa Efendi'ye intisâb ederek onun k ı zıyla evlendi. Bu her iki yaklaşma ve üstün kaabiliyetleri onun Bâb-ı Âli hizmetinde süratle ilerlemesini sağladı. Dîvan kalem lerinden birinde başlattığı memuriyet hayatını mukataacı, m u hasebeci, elçi, tezkireci, sadâret mektupçusu ve kethudâsı, çavuşbaşı, tersâne ve mutbak emîni, sergi nâzırı, murahhas ve defterdar rütbeleriyle ölümüne kadar sürdürdü. Bu görevlerinin yanı sıra kaleme aldığı eserleriyle de X V I II . Yüzyıl Türk devlet adamları arasında, çağdaş Avrupa'nın da hemen tanıdığı bir yer yaptı. Batılı yazarlar birbirlerine dayanarak, hiçbir delil göster meksizin kendisini sırf Girid'li olduğu için Rum asıllı olarak ka bul ederler. Ahmed bin İbrâhim , Resmo'da doğduğu için gerek memuriyet hayatında, gerekse eserlerinde Ahmed Resmî Efendi olarak şöhret yapmıştır. Devlet adamlarının ve yazarlarının doğ dukları şehri lâkab olarak almaları ve böyle tanınmaları gayet ta biî bir hâdisedir. Sırf buna dayanarak Ahmed Resmî'yi Rum asıl lı diye göstermek doğru sayılamaz. Kaldı ki, Osmanlı topluluğu içinde devlete ve memlekete yararlı olmak yarışında insanların hangi asıldan oldukları değil, aldıkları Osmanlı kültürünün tesiri ön planda gelmektedir. Avrupa'yı tamamiyle doğu kültürü açı sından gören ve on aylık bir ayrılıktan sonra Tutrakan'a geldi ğinde câmi ve minareleri görünce büyük bir sevinç duyduğunu ve secdeye kapanarak Devlet-i Aliyye'nin bekasına duacı oldu ğunu yazan Ahmed Resmî Efendi için, Rum asıllıdır demek, sa dece tarihî bir gerçeği ortaya koymak için ise ispatlanması gere ken, yok değil de başka sebepler ile söylenmişse, haksızlıktan başka bir anlam verilemeyecek bir hükümdür. Burada, Viyana ve Berlin elçiliklerinden döndükten sonra ka leme aldığı Sefâretnâmelerini sunduğumuz Ahmed Resmî Efendi'nin ileride bâzılarının takdimini düşündüğümüz bir takım eserleri daha vardır. Bunlar: Hülâsatülîtibâr (1 7 6 9 -1774 Osman l I -Rus Savaşı ve Küçük Kaynarca Barışı), Halîfetürrüesâ (reisülküttâbların hayat hikâyeleri), Hâmiletülküberâ (kızlarağalarının yetiştirilmeleri ve hayatları),Vefiyyât (meşhur bâzı kadın ve er keklerin ölümleri hakkında), Coğrafiyâ-yı Cedîd (yeni coğrafiya) ve Atasözleri, gibi eserlerdir. Ahmed Resmî Efendi'nin Nemçe (1757) ve Prusya (1763) Sefâretnâmeleri, eserleri arasında en tanınmış olanlarıdır. Sefâretnâmeler genellikle Bâb-ı Alî'nin fevkalâde elçi olarak yaban cı ülkelere gönderdiği memurların sonradan kaleme aldıkları anı larıdır. Devletin bilinçli olarak bunlardan, gördüklerini bildirme lerini istemesi ancak X V III. Yüzyılın sonlarında II I. Selim ile başlar. Daha öncekiler, tamamiyle âdet hâline gelmiş olan, el çilerin kendi görüşlerini kendiliklerinden, saraya verdikleri resmî haberlerin dışında, seyahat notları hâlinde kaleme almalarından ileri gitmez.Bunlarm içinde "Her fırsat ve imkânda bir şeyler öğ renmek, her elçinin en faydalı vazifesidir" diyen Ahmed Resmi Efendi gibileri her zaman görülmez. Osmanlı Sultanlarının önce komşularıyla ve daha sonraları da diğer devletlerle olan diplomatik münâsebetleri her ne kadar X IV . Yüzyılda başlamakta, X V . Yüzyılın sonlarından ve X V I. Yüzyılın başlarından bu yana da yabancı elçiler İstanbul'da oturmakta iseler de,Osmanlı İmparatorluğu'nun dışarıda dâimi elçilikler kurmaya başlaması ancak X V I II . Yüzyılın sonlarına doğrudur. Daha önceki elçiler yabancı dillere her zaman "Botschafter" olarak değil, "Gesandter" olarak çevrilmişlerdir. D â im î elçilikler kurmaktaki bu gecikmenin sebebi her şeyden önce Osmanlı Devleti'nin şeriata göre hareket etmesi ve müslüman olmıyan devletlerle sürekli olarak savaş içinde bulunması idi. Devletin sınırları dışındaki topraklar Dârülharb (savaş alanı) olarak kabul ediliyordu. Fâtih bir devlet olan Osmanlı Devleti, bu esaslara dayandığından tâ 1683 Viyana bozgununa ve ondan sonraki geri çekilmelere kadar durumu bu açıdan mütâlâa etmiş ve hırıstiyan Avrupa devletlerinin gönderdikleri dâimî elçileri, huzurlarına tahammül edilir hatırlı misafirler gözüyle görerek onlara gerekli nezâket formalitelerini göstermişlerdir. Osmanlı padişahları ise ancak bir şehzadenin doğumunu, tahta çıkışları nı, saray düğünlerini veyahut da dostluğun sona erdiğini, savaş açıldığını bildirmek üzere bu gibi olağanüstü hâllerde birer ola ğanüstü elçi gönderirlerdi. Bu elçiler görevlerini tamamlar ta mamlamaz da hemen geri dönerlerdi. Bu sefâretnâmelerin mey dana gelmesi bu gibi olaylara bağlı bulunmaktadır. Bunlarda dâimâ asıl siyâsî görevler hakkında, devlet sırrıdır, diye üstü ka palı geçilmiştir. Bunun en güzel misalini Ahmed Resmî Efendi nin Prusya Kralı II. Friedrich'le yaptığı özel bir konuşmayı anla tırken görüyoruz. Elçimizin İstanbul'a dönüşlerinde hazırladığı her iki Sefâretnâmesini de tarihçi Vâsıf eserine (Tarih-i Vâsıf, İstanbul 1219/ 1804, S.120) şöyle bir değerlendirme ile alıyor: "Küçük evkaf muhasebecisi (1) iken elçilik ikinci derecesiyle Nemçe İm paratoruna mutlu tahta çıkış haberini (2) bildiren hükümdar mektubunu iletmeğe memur edilen Elhâc Ahmed Resmî Efendi, sefaret görevini tamamlıyarak İstanbul'a dönüşünde bir mücev her değerinde olan eşsiz yazılarını Sultanın eşiğine sundu. Yazıları lüzumsuz uzatmalardan ve gevezeliklerden uzak olduğu için hiç değiştirmeden ve ekler yapmadan olduğu gibi bu sayfa lara alınarak böylece devletin elçisinin geri dönüşü ölümsüzleşti rilmiş oldu." Ahmed Resmî Efendi'nin satırlarına Türkler kadar AvrupalIlar da büyük bir değer verdiklerinden Sefâretnâmelerinin her ikisi de kısa bir zaman içinde Avrupa dillerinden Alman ca ve Lehçe'ye çevrilmişlerdir. Ahmed Resmî Efendi Prusya Sefâretnâmesinin sonunda bize, bu sefâretnâmeyi yazmakla yap tığı işin öneminin derecesini bizzat kendi kalemiyle açıklıyor: Y irm i-o tu z yıl sonra bugün herkesin bildiği şeyler sayılan bu konuları bilen kalmıyacaktır, diyor. Geri kalanların ise rivâyetler ve bilinenleri birbirine karıştıracaklarını söyleyerek, bilekte kuvvet varken gözle görülenleri kâğıda dökmenin çok çeşitli -10--