seyithan can
SEYİTHAN CAN
less
Related Authors
Maide Baris
Marmara University
Esra Kartal Soysal
Marmara University
Tuba Nur Umut
Ankara University
mehmet ödemiş
Ege University
Merve Özaykal
Istanbul University
Suzanne Anker
School of Visual Arts
InterestsView All (11)
Uploads
Papers by seyithan can
konusunda benimsedikleri nazar ve istidlâle dayalı temellendirmenin yeterli olmadığı kanaatine vardık. Bu çerçevede kelâm ekollerinin imanı bilişsel sürece indirgeyen yaklaşımlarının, modern bilimdeki ayna nöronlar ve öğrenme kuramları açısından değerlendirilmesi gerektiğini öne sürdük.
İnsan fizyolojisi üzerinde temellendirilen ayna nöronlar teorisiyle taklidin basit bir eylemsel benzerlik olmadığı, aynı zamanda bilişsel bir süreci de beraberinde getirdiği çıkarımını yaptık. Bununla beraber taklidin sosyal öğrenme kuramları ile ilişkisini ele alarak bunun tahkikî iman sürecindeki
işlevi üzerinde durduk. Öğrenmenin sadece gözlemlenen davranışları taklid etmekle sınırlı olmadığını, bilişsel süreçlerin de önemli bir rol oynadığına vurgu yaptık.
independent of the biological structure of the human being, contrary to what theologians claim. Neurobiologists have stated that human behavior is largely caused by brain activity and that biological factors directly affect behavior. Hormones and genetic factors have been found to significantly affect human behavior. Empirical research has also revealed that
human beings do not have a will independent of their physiological structure. In this context, examples of the neurobiological basis of human behavior are presented in our study, and a theological analysis is made of the deep debates on the nature of human behavior. Based on personality changes after frontal lobe damage, the relationship between neurobiology and willpower was established, and this relationship was elaborated with
different examples. Brain tumors, nervous system disorders, and medications can lead to behavioral changes, and the biological basis of pedophilia, excessive sexual behavior, and aggressive attitudes has been discussed. Thus, it has been determined that the human will is a structure related to the brain and biological processes. Based on the information obtained, the theological perspective and neurobiology were compared, and it was determined that there was a difference between the theological view that human beings are always responsible for having a will and neurobiology. Despite the view that people’s actions are generally conscious choices and that they are responsible for their consequences, biological factors that determine human behavior should not be ignored. It has been suggested that neuroscience can better explain human behavior, and that responsibility for action should be reconsidered theologically along with biological reasons. Finally, the distinction between theology and law was emphasized, and it was stated that each individual should be subject to a unique theological evaluation and that the social order should be implemented in a balanced manner of theology and law. It is concluded that discussions on the relationship between theology and neurobiology will help us understand the complexity of human behavior in more depth.
konusunda benimsedikleri nazar ve istidlâle dayalı temellendirmenin yeterli olmadığı kanaatine vardık. Bu çerçevede kelâm ekollerinin imanı bilişsel sürece indirgeyen yaklaşımlarının, modern bilimdeki ayna nöronlar ve öğrenme kuramları açısından değerlendirilmesi gerektiğini öne sürdük.
İnsan fizyolojisi üzerinde temellendirilen ayna nöronlar teorisiyle taklidin basit bir eylemsel benzerlik olmadığı, aynı zamanda bilişsel bir süreci de beraberinde getirdiği çıkarımını yaptık. Bununla beraber taklidin sosyal öğrenme kuramları ile ilişkisini ele alarak bunun tahkikî iman sürecindeki
işlevi üzerinde durduk. Öğrenmenin sadece gözlemlenen davranışları taklid etmekle sınırlı olmadığını, bilişsel süreçlerin de önemli bir rol oynadığına vurgu yaptık.
independent of the biological structure of the human being, contrary to what theologians claim. Neurobiologists have stated that human behavior is largely caused by brain activity and that biological factors directly affect behavior. Hormones and genetic factors have been found to significantly affect human behavior. Empirical research has also revealed that
human beings do not have a will independent of their physiological structure. In this context, examples of the neurobiological basis of human behavior are presented in our study, and a theological analysis is made of the deep debates on the nature of human behavior. Based on personality changes after frontal lobe damage, the relationship between neurobiology and willpower was established, and this relationship was elaborated with
different examples. Brain tumors, nervous system disorders, and medications can lead to behavioral changes, and the biological basis of pedophilia, excessive sexual behavior, and aggressive attitudes has been discussed. Thus, it has been determined that the human will is a structure related to the brain and biological processes. Based on the information obtained, the theological perspective and neurobiology were compared, and it was determined that there was a difference between the theological view that human beings are always responsible for having a will and neurobiology. Despite the view that people’s actions are generally conscious choices and that they are responsible for their consequences, biological factors that determine human behavior should not be ignored. It has been suggested that neuroscience can better explain human behavior, and that responsibility for action should be reconsidered theologically along with biological reasons. Finally, the distinction between theology and law was emphasized, and it was stated that each individual should be subject to a unique theological evaluation and that the social order should be implemented in a balanced manner of theology and law. It is concluded that discussions on the relationship between theology and neurobiology will help us understand the complexity of human behavior in more depth.
“Hüseyin Atay’ın Anısına” başlılığını taşıyan ilk bölüm, yakın zamanda hayatını kaybeden, ömrünü İslam dininin doğru anlaşılması üzerine adayan, bu konuda birçok eser telif eden ve sayısız öğrenci yetiştiren merhum hocamız Sayın Prof. Dr. Hüseyin Atay’ın düşüncesindeki temel parametrelere hasredilmiştir.
İkinci bölüm “Ahlâkın Kavramsal Çerçevesi”ne ayrılmıştır. Bu başlık altında ahlak, etik, moral ve değer gibi temel kavramların köken analizi yapılarak ahlâkın kavramsal ve kuramsal çerçevesi tartışılmıştır.
“Ahlâkın Kaynağı Tartışması” adını taşıyan üçüncü bölümde ahlakın kaynağı olarak inanç ve din; doğal ahlak, doğal hukuk ve doğal din; inanca dayalı ahlakın taşıdığı riskler ve imkânlar gibi konular ele alınmıştır.
Dördüncü bölüm “İnancın Ahlâkı” başlığını taşımaktadır. Bu bölümde ise kendilik bilinci, tevazu, şükür, sabır, mutmain olmak, samimiyet vb. kişisel erdemler; dürüstlük, adalet, emanet, merhamet, rıza vb. toplumsal erdemler; inançta bireysel tutarlılık açısından ahlâkın önemi, inanç ve ahlak arasındaki tutarsızlığın sebepleri, bireyin ahlâkî özne olarak kendisini inşası, ahlâkın pratik yansıması ile bir din dili olarak ahlakın toplumsal sunumu gibi hususlar incelenmiştir.
“Ahlâk, Hukuk ve Kamusal Alan” adlı beşinci bölümde ise hukuk-adalet ve ahlâk ilişkisi ve tutarlılığı, hukukun ahlakiliği ile adalet fikri arasındaki ilişki, ahlaki ilkelerin yasaya dönüşmesinin imkânı, hukuk normlarının ahlaki temelleri gibi hususlar ele alınmıştır.
Altıncı bölüm “Ahlâkın Geleceği ve Geleceğin Ahlâkı” başlığını taşımaktadır. Bu bölümde yapay zekâ, metaverse, transhümanizm, biyonik insan, cyborg insan, genetik kök hücre, organ üretimi, modern mumyalama (Krayoni) gibi gelişmeler karşısında ahlakın durumu gibi güncel konular tartışılmıştır.
ile insanın özgürlüğü arasındaki dengenin ne şekilde
sağlanacağı hususu öteden beri tartışılagelen önemli konular
dan biri olmuştur. Çünkü Allah’ın sonsuz kudreti karşısında
insan özgürlüğünü temellendirmek, dinî ve ahlaki sorumluluk
açısından kaçınılmaz bir zorunluluktur. Klasik kelâma bakıldığında
konunun birçok yönden ele alınıp incelendiği görülür.
Bu yönlerden biri de kudret-fiil ilişkisidir. Kudret-fiil ilişkisinin
önemi, İslam düşüncesinde en çok tartışılan insanın özgürlüğü
ve sorumluluğunu ele alan ‘kader’ konusuyla doğrudan
bağlantılı olmasıdır. Yapıp ettiklerimiz, eğer ilahi takdirin zorunlu
sevki ile meydana geliyorsa, seçme ve yapma kudretimiz
ne anlama gelmektedir? Şayet bunlar, tamamıyla özgür irademiz
ve kendi kudretimizle meydana geliyorsa o zaman Allah’ın
her şeyi kuşatan mutlak irade ve kudreti nasıl açıklanacaktır?
.
Tanrı inancına sahip teolojilerde, O’na atfedilen kudretin yetkin olarak nitelendirilmesi, aynı zamanda bu kudretin etki ettiği alanın sınırsız olduğuna yönelik bir düşüncenin oluşmasına sebep olmuştur. Böyle bir düşünce her ne kadar Tanrı’nın mutlaklığı açısından ortaya konmuş olsa da, ateistlerin kötülük problemi çerçevesinde argüman olarak kullandıkları Mutlak kudretin işlevselliği hususu, teistler için ciddi bir problem oluşturmuştur. Çünkü Tanrı inancına sahip bütün insanlar; “Tanrı, her yönüyle mutlak sıfatlara sahiptir. Dolayısıyla O, her şeye gücü yetendir” anlayışını benimsemektedirler. Ancak gücü yettiği halde neden kötülüğe engel olmuyor? sorusu, inanan ve inanmayan herkes için temel bir problem haline gelmektedir. Bu çalışma günümüzde de hala güncelliğini koruyan kötülük problemi çerçevesinde, Allah’ın insan fiillerine müdahalesi tartışmalarına ilk dönem (Mutekaddimûn) Mu’tezile, Eş’arî ve Mâturîdî kelamcılarının görüşleri kapsamında cevap aramaktadır. Kötülük problemi çerçevesinde ele alındığında mutlak kudretin âleme taalluku konusunda Mutezile’nin, aslah teorisi kapsamında, mutlak iyi Tanrı düşüncesinden hareket ettiği görülmektedir. Eşâri’ler Tanrı’nın âlemle ilişkisini, mutlak iyi Tanrı tasavvuru yerine sadece mutlak kudret anlayışı üzerinden açıkladıkları görülmektedir. Mâturîdîlerin, ise her ne kadar hikmetli ve bağımlı müdahale anlayışı çerçevesinde Allah’ın kudretini insanın azm ve isteğine göre sınırlandırsalar da mutlak kudretin her şeyi yaratması noktasında Eş’âriler’e daha yakın bir çizgide oldukları söylenebilir.