Sinan Kıyanç
Related Authors
Canan Sarıyar Sezan
Batman University
orhan özcan
Turkish National Defense University (Milli Savunma Üniversitesi)
Emin Elmacı
Dokuz Eylül University
Ali Merthan Dündar
Ankara University
Erdal Korkmaz
Turkish National Defense University (Milli Savunma Üniversitesi)
Barış Doster
Marmara University
Resul Babaoğlu
Izmir Katip Celebi
Yasin Coşkun
Siirt University
Uploads
Papers by Sinan Kıyanç
Avustralya ilişkileri ele alınmaktadır. İki ülkenin diplomatik ilişkilerinin
başladığı 1967 yılına değin ticari, siyasi ve toplumsal ilişkiler kurulmuştur. Bu ilişkilerinin kurulmasında Çanakkale Savaşları büyük öneme sahiptir.
Araştırmada bu doğrultuda tarih sınırlandırılmasına gidilmiştir. Bu tarihler
arasında yaşanan gelişmelerin neler olduğu, diplomatik temsilcilik
girişimlerinin neden başarısız olduğu, yaşanan sorunlar hangileri olduğu gibi sorulara arşiv belgeleri başta olmak üzere birinci el kaynaklar ve araştırma eserleri çerçevesinde elde edilen bulgular doğrultusunda cevap
verilmektedir.
In this study, relations between the Republic of Türkiye and Australia
between 1923 and 1967 are discussed. Commercial, political and social
relations were established until 1967, when the two countries started
diplomatic relations. The Gallipoli Campaign of the World War I are of
great importance in establishing these relations. The time interval in this
study was determined in this respect. The main developments, reasons why the question of diplomatic representation initiatives failed, mutual
challenges faced in the relations are answered in line with the findings
obtained within the framework of primary sources and research works,
especially archival documents.
Kentin İtalyanlar tarafından işgal edilmesi üzerine yayın hayatına son veren gazete, özellikle İzmir ile başlayan Yunan işgaline karşı tepkileri içermiştir. İşgal edilen topraklarda Türk nüfusunun yoğun olduğunu, bu toprakların Türk toprakları olduğunu vurgulayan gazetenin yayınlanmasında, Millî Mücadele yıllarında kentin önde gelen isimlerinin emeği bulunmaktadır. Kısa yayın ömrüne karşın gazete, kentin Millî Mücadele yıllarındaki tepkisini göstermesi açısından birinci el kaynak teşkil niteliği taşımaktadır. Gazete Kuvayı Millîye birlikleri ile 57. Alay’ın hareketleri hakkında, Denizli, Burdur, Isparta, İzmir ve Aydın’daki ilerlemelerini ortaya koymuştur. Ağırlıklı olarak Yunanlıların İzmir ve Aydın işgaline yer verilmiş, işgal nedeniyle bu topraklarda yaşananları ele almıştır. Harici haberler ile uluslararası gelişmelere sınırlı da olsa yer verilmiştir. Bunun yanı sıra yerel haberlere de yer veren gazete o günkü Muğla’nın sosyoekonomik hayatı hakkında bilgiler de barındırmıştır. Gazetenin suretlerinin bulunamaması nedeniyle hakkında çok az bilgiye sahip olduğumuz Menteşe Gazetesi’nin suretleri üzerinden ele alınması bakımından bu araştırma ilk olma özelliği taşımaktadır. Araştırmada belge tarama yöntemi ile gazete suretleri başta olmak üzere birinci el kaynaklar ve araştırma eserlerinden elde edilen bilgi ve bulgularla, Muğla’nın işgaller karşısında güçlü bir tepki gösterdiği savunulmaktadır.
This study focuses on the Menteşe Newspaper published in Muğla at the very beginning of the National Struggle. The occupation of Izmir by the Greeks caused reactions in Muğla as in many parts of Anatolia, and the Menteşe Newspaper started to be published as an indicator of these reactions. Hafız Sabri Aksoy was the concessionaire of the newspaper, Şevket Emin Gölcüklü was the managing editor and Mehmet Emin Kâmili Bey was the editor-in-chief. The newspaper was published with the printing press brought by the Italians in the Hayat Club in the Istanbul Hotel, then known as the Istanbul Hotel, which is now called the İskender Alper Cultural Centre. Seven issues were published in its short publishing life, but the eighth issue could not be printed due to an article written by Mutasarrıf Hilmi Bey against the Italian occupation of the city.
The newspaper, which ceased publication upon the occupation of the city by the Italians, featured reactions against the Greek occupation of Izmir. Emphasising that the Turkish population was dense in the occupied lands and that these lands were Turkish lands, the newspaper was published by the leading names of the city during the years of the National Struggle. Despite its short publication life, the newspaper is a first-hand source in terms of showing the reaction of the city during the years of the National Struggle. The newspaper reported on the movements of the Kuvayı Milliye troops and the 57th Regiment and their advances in Denizli, Burdur, Isparta, İzmir and Aydın. The invasion of Izmir and Aydin by the Greeks was mainly covered, and the events that took place in these lands due to the occupation were discussed. External news and international developments were included, albeit limited. In addition, the newspaper also included local news and information about the socio-economic life of Muğla that day. This research is the first of its kind in terms of analysing the Menteşe Newspaper, about which we have very little information due to the unavailability of copies of the newspaper, through its copies. In the research, it is argued that Muğla showed a strong reaction against the occupations with the information and findings obtained from first-hand sources and research works, especially newspaper copies with the document scanning method.
muhteşem yalnızlığına dönene kadar bu rolü başarı ile oynamıştır. Mondros Mütarekesi sonrasında İstanbul’un İtilaf Devletleri tarafından işgaline aktif olarak katılmayan ABD, işgal sonrasında kentte siyasi temsilcilik açmıştı. Bu temsilciliğe karşın Osmanlı Devleti ile diplomatik ilişkileri başlatmamıştır. Siyasi temsilciliğinin yanı sıra yıllardan beri var olan ülkedeki Amerikan varlığı iyice artmış, bunların güvenliği için askerî varlığını oluşturmuştur. Her geçen gün sayıları artan Amerikan savaş gemilerinin bir kısmı İstanbul önlerinde beklerken, bir kısmı da ticari faaliyetlerin güvenliği gerekçesiyle Osmanlı sularında İtilaf Devletleri’nin işgal faaliyetlerine yardım etmekteydi. Bunun yanı sıra İstanbul’da kurulan radyo istasyonu ile süreli yayınlar vesilesiyle gelişmeler yakından takip edilmekteydi. Misyonerler sayesinde güçlü bir istihbarat ağı kuran ABD, Anadolu’daki gelişmeleri de İstanbul’da yakından takip etmekteydi. Her geçen gün sayıları artan Amerikan askeri ise İstanbul gece hayatının
önemli bir parçası olmuştur. Bu durum beraberinde asayiş olaylarını da getirmişti. Amerikan askerlerinin karıştığı asayiş olayları tepkilere neden olmuştur.
Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmemesi, ABD Başkanı Woodrow Wilson’un yeni dünya düzeninin şekillenmesi için açıkladığı Wilson Prensiplerinde Türkler hakkında ifadeleri, yıllardır var olan Amerikan varlığı nedeniyle ABD, Osmanlı Devleti yönetimi ve İstanbul ahalisi tarafından İtilaf Devletleri’nden farklı görülmüştür. Bu süreçte, ABD’nin İtilaf Devletleri’nin bir parçası olduğu ve çoğunlukla onlarla beraber hareket ettiği görülse
de onlardan farklı bir tutum sergilemeye çalıştığı anlaşılmaktadır. İşgal İstanbul’unda iaşe sorunu yaşanmaktaydı. Bu sorun kente gelen muhacirler ve Bolşevik İhtilali sonrasında kente gelen Beyaz Rus mültecileri nedeniyle iyice büyümüştü. İaşe ve barınma gibi sorunların yerel yönetim tarafından çözülememesi üzerine Amerikan yardım
kuruluşları çözüm için adımlar atmıştır. Bu yardım faaliyetlerinin çoğunun mültecilere yönelik olmasına ve kısa sürelik olmasına karşın kentin iaşe ve barınma sorunları açısından önemlidir. Kentte fiyatların hızla yükselmesi
karşısında Amerikan mağazaları açılmış, bu mağazalar özellikle temel ihtiyaç malzemelerine erişimde büyük katkı sağlamıştır. Amerikan misyonerleri de bir taraftan işgal İstanbul’unda varlığını güçlendirmiş, yeni okullar açmıştır.
Bu araştırmada, Amerika Birleşik Devletleri’nin İstanbul’un işgal yıllarındaki rolü ele alınmaktadır. Belge tarama yöntemi ile Osmanlı Devleti Arşivi ve ABD Dışişleri Bakanlığı Arşivi taranmıştır. Konuyu aydınlatacak birinci el kaynaklar başta olmak üzere araştırma eserleri ele alınmıştır. ABD hükümetinin ve ABD’nin İstanbul temsilciliğinin bu süreçteki rolünün yanı sıra Wilson Prensiplerinin İstanbul’a yansıması ayrı başlıklar halinde ele
alınmaktadır. Araştırmada ABD’nin İstanbul’un işgali sürecinde İtilaf Devletleri ile paralel hareket etse de kendine has bir tutum sergilediği, sosyal meselelere eğildiği ve böylece kentteki kültürel varlığını güçlendirdiği savunulmaktadır. İşgalci güç olma görüntüsünden özellikle kaçınan ABD, ülkedeki ticari çıkarları ve misyoner faaliyetlerinin artırılması yönünde adımlar atmıştır. Araştırmanın hacim kaygısından ötürü Amerikan manda meselesine kısmen değinilmiştir.
Although the USA participated in the First World War in 1917 on the side of the Entente States, it did not declare war on the Ottoman Empire, but diplomatic relations between the two countries were terminated. Despite
the end of diplomatic relations, the American presence in the country continued through traders and missionaries. The USA, which played an active role in the shaping of the new world order after the end of the war, successfully played this role until it returned to its magnificent loneliness within the scope of the Monroe Doctrine. The USA, which did not actively participate in the occupation of Istanbul by the Entente State after the Armistice of Mudros, opened its political representation in the city after the occupation. Despite this representation, diplomatic relations
with the Ottoman Empire were not started. In addition to its political representation, the American presence in the country, which has existed for years, has increased, and it has created its military presence for their security. While some of the American warships, whose numbers were increasing day by day, were waiting in front of Istanbul, some of them were helping the occupation activities of the Allied Powers in Ottoman waters for the safety of commercial activities. In addition, developments were followed closely through the radio station established in
Istanbul and periodicals. The USA, which established a strong intelligence network thanks to the missionaries, was also closely following the developments in Anatolia in Istanbul. American soldiers, whose numbers are increasing day by day, have become an important part of Istanbul nightlife. This situation brought with it security incidents. Public order incidents involving American soldiers caused reactions. Not declaring war on the Ottoman Empire, US President Woodrow Wilson's statements about the Turks in the Wilson Principles announced for the shaping of the new world order, were seen differently from the Allied Powers by the USA, the Ottoman State administration and the people of Istanbul due to the American presence that has existed for years. In this process, although it is seen that the USA is a part of the Allied Powers and mostly acts together with them, it is understood that it tries to show a different attitude from them. There was a problem of subsistence in occupied Istanbul. This problem had grown due to the immigrants who came to the city and the Belarusian refugees who came to the city after the Bolshevik Revolution. American aid organizations have taken steps to solve problems such as subsistence and housing, as the local government could not solve them. Although the majority of these aid activities are aimed at refugees and continue for a short time, they are important in terms of the city's food and shelter problems. In the face of the rapid rise in prices in the city, American stores were opened, and these stores made a great contribution especially in accessing basic necessities. On the one hand, American missionaries strengthened their presence in occupied Istanbul and opened new schools.
In this study, the role of the United States of America during the occupation years of Istanbul is discussed.
The Ottoman State Archive and the US State Department Archive were scanned by document scanning method. Research works, especially first-hand sources that will illuminate the subject, are discussed. The role of the US government and the US representation in Istanbul in this process, as well as the reflection of the Wilson Principles on Istanbul, are discussed under separate headings. In the research, it is argued that although the USA acted in parallel with the Allied Powers during the occupation of Istanbul, it displayed a unique attitude, focused on social
issues and thus strengthened its cultural presence in the city. Avoiding the appearance of being an occupying power, the USA took steps to increase its commercial interests and missionary activities in the country. Due to the volume concern of the research, the American buffalo issue has been partially addressed.
Osmanlı Devleti’nin son yıllarında dünyadaki Pan
hareketlerinin bir yansıması olarak ortaya atılan PanturanizmTurancılık, Osmanlı Devleti nezdinde kabul görmüştür. Turan
ırkının bir araya getirilmesini amaçlayan Panturanizm, İngiltere
tarafından Millî Mücadele karşıtlığı için propaganda malzemesi
yapılmıştır. ABD’de Türk karşıtlığı üzerinden şekillenen
Panturanizm, Ermeni ve Yunan lobilerinin etkisi ile
kamuoyunda geniş yer tutmuştur. Millî Mücadele’nin hemen
başında Amerikan kamuoyunda Mustafa Kemal Paşa’nın bu
olgu üzerinden hareket ettiği iddiaları, Millî Mücadele’ye karşı
propaganda faaliyetlerinin ne kadar etkili olduğunu
göstermektedir. Millî Mücadele’nin askeri alanın yanı sıra
propagandalara karşı da mücadelesinin bir örneği de
Panturanizm hakkında yaşananlardır. Cumhuriyetin ilanının
hemen başına kadar varlığını koruyan Panturanizm algısı, yeni
devletin bu fikirde olmadığı yönünde açıklamaları ile Amerikan
kamuoyunda bu konuda yayınlar nedeniyle gündemden
düşmüştür.
Çalışmada tarih sınırlandırılmasına gidilerek, Türkiye
Cumhuriyeti’nin ilk yıllarına kadar olan kısım ele alınmaktadır.
Panturanizm’in Millî Mücadele ve Türkiye Cumhuriyeti
aleyhinde nasıl bir propaganda malzemesi olarak kullanıldığı,
iki ülke ilişkilerine nasıl etki ettiği ve Mustafa Kemal Paşa’nın
bu propagandaya karşı nasıl mücadele ettiği sorularına arşiv
kaynakları ve birinci el kaynaklar başta olmak üzere araştırma
eserlerinden elde edilen bilgi ve bulgularla cevap verilmektedir.
Bir propaganda malzemesi olarak kullanılan ve Amerikan
kamuoyunda yer alan Panturanizm’in ülkedeki Türk
aleyhtarlığını güçlendiren unsurlardan birisi olduğu bu
durumun da iki ülke ilişkilerinde olumsuz bir etkiye neden
olduğu savunulmaktadır.
Anahtar kelimeler: Panturanizm, Millî Mücadele, Türkiye
Cumhuriyeti, Amerika Birleşik Devletleri, Propaganda.
In this study, the view of the USA on Panturanism
(Panturanian) is discussed. Panturanism-Turanism,
which was put forward as a reflection of the Pan
movements in the world in the last years of the Ottoman
Empire, was accepted by the state. Panturanism, which
aimed to bring the Turan race together, became a
propaganda material for the opposition of the National
Struggle by England. Panturanism, which was shaped by
anti-Turkish sentiment in the USA, had a wide place in
the public opinion with the influence of Armenian and
Greek lobbies. The claims that Mustafa Kemal Pasha
acted on this fact in the American public at the very
beginning of the National Struggle shows how effective
the propaganda activities were against the National
Struggle. An example of the National Struggle's struggle
against propaganda as well as the military field is what
happened about Panturanism. The perception of
Panturanism, which existed until the very beginning of
the proclamation of the Republic, fell off the agenda due
to the statements of the new state that it did not agree with
this idea, and publications on this subject in the American
public.
In the study, by limiting the date, the part up to the first
years of the Republic of Turkey is discussed. The
questions of how Panturanism was used as a propaganda
material against the National Struggle and the Republic
of Turkey, how it shaped the relations between the two
countries and how Mustafa Kemal Pasha struggled
against this propaganda were answered with information
and findings obtained from research works, especially
archival sources and primary sources. answer is given. It
is argued that Panturanism, which is used as a
propaganda material and is included in the American
public opinion, is one of the factors that strengthens the
anti-Turkish sentiment in the country, and this situation
has a negative effect on the relations between the two
countries.
Keywords: Panturanism, National Struggle, Republic
of Turkey, United States of America, Propaganda.
Kars’a göç eden Rumların büyük kısmı çiftçi olduğundan köylere yerleştirilmişlerdir. Tarım ve hayvancılıkla uğraşan Rumlar, kendileri ile beraber getirdikleri keçi ırkının farklı topluluklar tarafından da yetiştirilmesini sağlamışlardır. Çiftçiliğin yanı sıra taş ustası olan Rumlar ise kentin imaret faaliyetlerinde çalışmak üzere kent merkezine yerleştirilmiştir. Ortodoks inancının yaygınlaştırılması için desteklenen Rum din adamları ise kent merkezinde olduğu gibi köylerde de etkin bir şekilde faaliyet yürütmüşlerdir. Yoğun olarak köylerde yaşayan Rumlar, kentten ayrılmadan hemen önce yaşanan siyasi gelişmelerde aktif rol oynamışlardır. Balkan Savaşları’na kadar Müslümanlar ile iyi ilişkiler kuran topluluk, onlarla kültürel etkileşim içinde bulunmuştur. Balkan Savaşları’nda Yunanistan için Rus yönetiminin desteğiyle yardım toplamışlardır. Türklerin bu duruma tepki göstermesi o güne kadar büyük oranda iyi şekilde sürdürülen ilişkileri bozmuştur. Birinci Dünya Savaşı’nın gergin ortamında ilişkiler iyice bozulmuştur. Bolşevik İhtilali sonrasında yaşanan siyasi boşlukta Rumların bir kısmı çete faaliyetleri yürütmüşlerdir. Kentin yeniden Osmanlı Devleti himayesine girmesi ile kentten ayrılan Rumlar, Tiflis ve Batum’a; oradan da bir kısmı Yunanistan’a göç etmiştir.
Araştırmada Rumların, Kars’ın Çarlık Rusya’nın işgal yıllarında en kalabalık topluluklardan birisi olduğu, kente göç etmeleri, sosyoekonomik durumları, siyasal gelişmeler karşısında tavırları, kentte bıraktıkları izler ve kentten ayrılmaları birinci el kaynaklar başta olmak üzere araştırma eserleri çerçevesinde ele alınmıştır.
In this research, the Greek population in Kars between 1878 and 1920 is discussed. Although the first Greek settlement in Kars dates back to before 1865, the intense arrival of the community began with the 1877-1878 Ottoman-Russian War (93 War) and the city's occupation by Tsarist Russia. Tsarist Russia settled communities loyal to itself instead of the Muslims it expelled from the city during the occupation, which lasted approximately forty years. In this context, Greeks from Anatolia and the Caucasus were immigrated to the city. The fact that the Greeks were from different geographies brought about a distinction between them. This distinction has constantly made itself felt among the community.
Since most of the Greeks who migrated to Kars were farmers, they were settled in villages. The Greeks, who were engaged in agriculture and animal husbandry, ensured that the goat breed they brought with them was bred by different communities. In addition to farming, Greeks who were stonemasons were settled in the city centre to work in the city's soup kitchen. Greek clergy, who were supported to spread the Orthodox faith, carried out activities effectively in the villages as well as in the city centre. Greeks, who lived intensively in the villages, played an active role in the political developments just before leaving the city. The community had good relations with Muslims until the Balkan Wars and had cultural interaction with them. During the Balkan Wars, they collected aid for Greece with the support of the Russian administration. The Turks' reaction to this situation disrupted the relations that had been maintained largely well until that day. In the tense environment of the First World War, relations deteriorated further. In the political vacuum after the Bolshevik Revolution, some Greeks carried out gang activities. After the city came under the protection of the Ottoman Empire again, the Greeks who left the city went to Tbilisi and Batumi; From there, some of them migrated to Greece.
In the research, the fact that the Greeks were one of the most populous communities in Kars during the occupation years of Tsarist Russia, their migration to the city, their socioeconomic situation, their attitude towards political developments, the traces they left in the city and their departure from the city were discussed within the framework of research works, especially primary sources.
In this research, the view of the USA on the developments from the Second
Constitutional Era, which is called the Committee of Union and Progress Period
(CUP) in the history of the Ottoman Empire, to the decision to join the WWI is
discussed. The USA, which established a strong network in terms of economic and
missionary activities in addition to its diplomatic representation in the territory of the
Ottoman Empire, closely followed the developments in the country in this period in
line with its interests. In the environment brought by the Second Constitutional Era,
the presence of the USA in the country increased, missionary activities accelerated,
the economic volume between the two countries grew, and diplomatic relations
became tighter. After the Second Constitutional Era, the distance to USA’s institutions
ended, and students were sent to the USA for the first time. This situation continued
after the Bâb-ı Âlî Raid, when the Committee of Union and Progress took over the
administration of the country. During this period, both countries approached
extremely sensitively in crises such as Ambassador Ahmet Rüstem Bey crisis, Adana
Confusion, confiscation of American goods and the abolition of capitulations, and
focused on the solution of the events.
Subject and date limitations were made in the research. In order to understand the
subject better and to present the findings, the years 1908-1914 were discussed, and
the Balkan Wars and The Chester Concession were not included due to the volume
concern of the research. With the document scanning method, documents obtained
from the archives of both countries that will enlighten the subject were analyzed,
within the framework of first-hand sources and research works. The study dealt with
the issues such as the image of the Committee of Union and Progress in the USA, the
reflections of the developments after the Second Constitutional Era on the USA
relations, the attitude of the USA to the developments and the American public
opinion.
Avustralya ilişkileri ele alınmaktadır. İki ülkenin diplomatik ilişkilerinin
başladığı 1967 yılına değin ticari, siyasi ve toplumsal ilişkiler kurulmuştur. Bu ilişkilerinin kurulmasında Çanakkale Savaşları büyük öneme sahiptir.
Araştırmada bu doğrultuda tarih sınırlandırılmasına gidilmiştir. Bu tarihler
arasında yaşanan gelişmelerin neler olduğu, diplomatik temsilcilik
girişimlerinin neden başarısız olduğu, yaşanan sorunlar hangileri olduğu gibi sorulara arşiv belgeleri başta olmak üzere birinci el kaynaklar ve araştırma eserleri çerçevesinde elde edilen bulgular doğrultusunda cevap
verilmektedir.
In this study, relations between the Republic of Türkiye and Australia
between 1923 and 1967 are discussed. Commercial, political and social
relations were established until 1967, when the two countries started
diplomatic relations. The Gallipoli Campaign of the World War I are of
great importance in establishing these relations. The time interval in this
study was determined in this respect. The main developments, reasons why the question of diplomatic representation initiatives failed, mutual
challenges faced in the relations are answered in line with the findings
obtained within the framework of primary sources and research works,
especially archival documents.
Kentin İtalyanlar tarafından işgal edilmesi üzerine yayın hayatına son veren gazete, özellikle İzmir ile başlayan Yunan işgaline karşı tepkileri içermiştir. İşgal edilen topraklarda Türk nüfusunun yoğun olduğunu, bu toprakların Türk toprakları olduğunu vurgulayan gazetenin yayınlanmasında, Millî Mücadele yıllarında kentin önde gelen isimlerinin emeği bulunmaktadır. Kısa yayın ömrüne karşın gazete, kentin Millî Mücadele yıllarındaki tepkisini göstermesi açısından birinci el kaynak teşkil niteliği taşımaktadır. Gazete Kuvayı Millîye birlikleri ile 57. Alay’ın hareketleri hakkında, Denizli, Burdur, Isparta, İzmir ve Aydın’daki ilerlemelerini ortaya koymuştur. Ağırlıklı olarak Yunanlıların İzmir ve Aydın işgaline yer verilmiş, işgal nedeniyle bu topraklarda yaşananları ele almıştır. Harici haberler ile uluslararası gelişmelere sınırlı da olsa yer verilmiştir. Bunun yanı sıra yerel haberlere de yer veren gazete o günkü Muğla’nın sosyoekonomik hayatı hakkında bilgiler de barındırmıştır. Gazetenin suretlerinin bulunamaması nedeniyle hakkında çok az bilgiye sahip olduğumuz Menteşe Gazetesi’nin suretleri üzerinden ele alınması bakımından bu araştırma ilk olma özelliği taşımaktadır. Araştırmada belge tarama yöntemi ile gazete suretleri başta olmak üzere birinci el kaynaklar ve araştırma eserlerinden elde edilen bilgi ve bulgularla, Muğla’nın işgaller karşısında güçlü bir tepki gösterdiği savunulmaktadır.
This study focuses on the Menteşe Newspaper published in Muğla at the very beginning of the National Struggle. The occupation of Izmir by the Greeks caused reactions in Muğla as in many parts of Anatolia, and the Menteşe Newspaper started to be published as an indicator of these reactions. Hafız Sabri Aksoy was the concessionaire of the newspaper, Şevket Emin Gölcüklü was the managing editor and Mehmet Emin Kâmili Bey was the editor-in-chief. The newspaper was published with the printing press brought by the Italians in the Hayat Club in the Istanbul Hotel, then known as the Istanbul Hotel, which is now called the İskender Alper Cultural Centre. Seven issues were published in its short publishing life, but the eighth issue could not be printed due to an article written by Mutasarrıf Hilmi Bey against the Italian occupation of the city.
The newspaper, which ceased publication upon the occupation of the city by the Italians, featured reactions against the Greek occupation of Izmir. Emphasising that the Turkish population was dense in the occupied lands and that these lands were Turkish lands, the newspaper was published by the leading names of the city during the years of the National Struggle. Despite its short publication life, the newspaper is a first-hand source in terms of showing the reaction of the city during the years of the National Struggle. The newspaper reported on the movements of the Kuvayı Milliye troops and the 57th Regiment and their advances in Denizli, Burdur, Isparta, İzmir and Aydın. The invasion of Izmir and Aydin by the Greeks was mainly covered, and the events that took place in these lands due to the occupation were discussed. External news and international developments were included, albeit limited. In addition, the newspaper also included local news and information about the socio-economic life of Muğla that day. This research is the first of its kind in terms of analysing the Menteşe Newspaper, about which we have very little information due to the unavailability of copies of the newspaper, through its copies. In the research, it is argued that Muğla showed a strong reaction against the occupations with the information and findings obtained from first-hand sources and research works, especially newspaper copies with the document scanning method.
muhteşem yalnızlığına dönene kadar bu rolü başarı ile oynamıştır. Mondros Mütarekesi sonrasında İstanbul’un İtilaf Devletleri tarafından işgaline aktif olarak katılmayan ABD, işgal sonrasında kentte siyasi temsilcilik açmıştı. Bu temsilciliğe karşın Osmanlı Devleti ile diplomatik ilişkileri başlatmamıştır. Siyasi temsilciliğinin yanı sıra yıllardan beri var olan ülkedeki Amerikan varlığı iyice artmış, bunların güvenliği için askerî varlığını oluşturmuştur. Her geçen gün sayıları artan Amerikan savaş gemilerinin bir kısmı İstanbul önlerinde beklerken, bir kısmı da ticari faaliyetlerin güvenliği gerekçesiyle Osmanlı sularında İtilaf Devletleri’nin işgal faaliyetlerine yardım etmekteydi. Bunun yanı sıra İstanbul’da kurulan radyo istasyonu ile süreli yayınlar vesilesiyle gelişmeler yakından takip edilmekteydi. Misyonerler sayesinde güçlü bir istihbarat ağı kuran ABD, Anadolu’daki gelişmeleri de İstanbul’da yakından takip etmekteydi. Her geçen gün sayıları artan Amerikan askeri ise İstanbul gece hayatının
önemli bir parçası olmuştur. Bu durum beraberinde asayiş olaylarını da getirmişti. Amerikan askerlerinin karıştığı asayiş olayları tepkilere neden olmuştur.
Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmemesi, ABD Başkanı Woodrow Wilson’un yeni dünya düzeninin şekillenmesi için açıkladığı Wilson Prensiplerinde Türkler hakkında ifadeleri, yıllardır var olan Amerikan varlığı nedeniyle ABD, Osmanlı Devleti yönetimi ve İstanbul ahalisi tarafından İtilaf Devletleri’nden farklı görülmüştür. Bu süreçte, ABD’nin İtilaf Devletleri’nin bir parçası olduğu ve çoğunlukla onlarla beraber hareket ettiği görülse
de onlardan farklı bir tutum sergilemeye çalıştığı anlaşılmaktadır. İşgal İstanbul’unda iaşe sorunu yaşanmaktaydı. Bu sorun kente gelen muhacirler ve Bolşevik İhtilali sonrasında kente gelen Beyaz Rus mültecileri nedeniyle iyice büyümüştü. İaşe ve barınma gibi sorunların yerel yönetim tarafından çözülememesi üzerine Amerikan yardım
kuruluşları çözüm için adımlar atmıştır. Bu yardım faaliyetlerinin çoğunun mültecilere yönelik olmasına ve kısa sürelik olmasına karşın kentin iaşe ve barınma sorunları açısından önemlidir. Kentte fiyatların hızla yükselmesi
karşısında Amerikan mağazaları açılmış, bu mağazalar özellikle temel ihtiyaç malzemelerine erişimde büyük katkı sağlamıştır. Amerikan misyonerleri de bir taraftan işgal İstanbul’unda varlığını güçlendirmiş, yeni okullar açmıştır.
Bu araştırmada, Amerika Birleşik Devletleri’nin İstanbul’un işgal yıllarındaki rolü ele alınmaktadır. Belge tarama yöntemi ile Osmanlı Devleti Arşivi ve ABD Dışişleri Bakanlığı Arşivi taranmıştır. Konuyu aydınlatacak birinci el kaynaklar başta olmak üzere araştırma eserleri ele alınmıştır. ABD hükümetinin ve ABD’nin İstanbul temsilciliğinin bu süreçteki rolünün yanı sıra Wilson Prensiplerinin İstanbul’a yansıması ayrı başlıklar halinde ele
alınmaktadır. Araştırmada ABD’nin İstanbul’un işgali sürecinde İtilaf Devletleri ile paralel hareket etse de kendine has bir tutum sergilediği, sosyal meselelere eğildiği ve böylece kentteki kültürel varlığını güçlendirdiği savunulmaktadır. İşgalci güç olma görüntüsünden özellikle kaçınan ABD, ülkedeki ticari çıkarları ve misyoner faaliyetlerinin artırılması yönünde adımlar atmıştır. Araştırmanın hacim kaygısından ötürü Amerikan manda meselesine kısmen değinilmiştir.
Although the USA participated in the First World War in 1917 on the side of the Entente States, it did not declare war on the Ottoman Empire, but diplomatic relations between the two countries were terminated. Despite
the end of diplomatic relations, the American presence in the country continued through traders and missionaries. The USA, which played an active role in the shaping of the new world order after the end of the war, successfully played this role until it returned to its magnificent loneliness within the scope of the Monroe Doctrine. The USA, which did not actively participate in the occupation of Istanbul by the Entente State after the Armistice of Mudros, opened its political representation in the city after the occupation. Despite this representation, diplomatic relations
with the Ottoman Empire were not started. In addition to its political representation, the American presence in the country, which has existed for years, has increased, and it has created its military presence for their security. While some of the American warships, whose numbers were increasing day by day, were waiting in front of Istanbul, some of them were helping the occupation activities of the Allied Powers in Ottoman waters for the safety of commercial activities. In addition, developments were followed closely through the radio station established in
Istanbul and periodicals. The USA, which established a strong intelligence network thanks to the missionaries, was also closely following the developments in Anatolia in Istanbul. American soldiers, whose numbers are increasing day by day, have become an important part of Istanbul nightlife. This situation brought with it security incidents. Public order incidents involving American soldiers caused reactions. Not declaring war on the Ottoman Empire, US President Woodrow Wilson's statements about the Turks in the Wilson Principles announced for the shaping of the new world order, were seen differently from the Allied Powers by the USA, the Ottoman State administration and the people of Istanbul due to the American presence that has existed for years. In this process, although it is seen that the USA is a part of the Allied Powers and mostly acts together with them, it is understood that it tries to show a different attitude from them. There was a problem of subsistence in occupied Istanbul. This problem had grown due to the immigrants who came to the city and the Belarusian refugees who came to the city after the Bolshevik Revolution. American aid organizations have taken steps to solve problems such as subsistence and housing, as the local government could not solve them. Although the majority of these aid activities are aimed at refugees and continue for a short time, they are important in terms of the city's food and shelter problems. In the face of the rapid rise in prices in the city, American stores were opened, and these stores made a great contribution especially in accessing basic necessities. On the one hand, American missionaries strengthened their presence in occupied Istanbul and opened new schools.
In this study, the role of the United States of America during the occupation years of Istanbul is discussed.
The Ottoman State Archive and the US State Department Archive were scanned by document scanning method. Research works, especially first-hand sources that will illuminate the subject, are discussed. The role of the US government and the US representation in Istanbul in this process, as well as the reflection of the Wilson Principles on Istanbul, are discussed under separate headings. In the research, it is argued that although the USA acted in parallel with the Allied Powers during the occupation of Istanbul, it displayed a unique attitude, focused on social
issues and thus strengthened its cultural presence in the city. Avoiding the appearance of being an occupying power, the USA took steps to increase its commercial interests and missionary activities in the country. Due to the volume concern of the research, the American buffalo issue has been partially addressed.
Osmanlı Devleti’nin son yıllarında dünyadaki Pan
hareketlerinin bir yansıması olarak ortaya atılan PanturanizmTurancılık, Osmanlı Devleti nezdinde kabul görmüştür. Turan
ırkının bir araya getirilmesini amaçlayan Panturanizm, İngiltere
tarafından Millî Mücadele karşıtlığı için propaganda malzemesi
yapılmıştır. ABD’de Türk karşıtlığı üzerinden şekillenen
Panturanizm, Ermeni ve Yunan lobilerinin etkisi ile
kamuoyunda geniş yer tutmuştur. Millî Mücadele’nin hemen
başında Amerikan kamuoyunda Mustafa Kemal Paşa’nın bu
olgu üzerinden hareket ettiği iddiaları, Millî Mücadele’ye karşı
propaganda faaliyetlerinin ne kadar etkili olduğunu
göstermektedir. Millî Mücadele’nin askeri alanın yanı sıra
propagandalara karşı da mücadelesinin bir örneği de
Panturanizm hakkında yaşananlardır. Cumhuriyetin ilanının
hemen başına kadar varlığını koruyan Panturanizm algısı, yeni
devletin bu fikirde olmadığı yönünde açıklamaları ile Amerikan
kamuoyunda bu konuda yayınlar nedeniyle gündemden
düşmüştür.
Çalışmada tarih sınırlandırılmasına gidilerek, Türkiye
Cumhuriyeti’nin ilk yıllarına kadar olan kısım ele alınmaktadır.
Panturanizm’in Millî Mücadele ve Türkiye Cumhuriyeti
aleyhinde nasıl bir propaganda malzemesi olarak kullanıldığı,
iki ülke ilişkilerine nasıl etki ettiği ve Mustafa Kemal Paşa’nın
bu propagandaya karşı nasıl mücadele ettiği sorularına arşiv
kaynakları ve birinci el kaynaklar başta olmak üzere araştırma
eserlerinden elde edilen bilgi ve bulgularla cevap verilmektedir.
Bir propaganda malzemesi olarak kullanılan ve Amerikan
kamuoyunda yer alan Panturanizm’in ülkedeki Türk
aleyhtarlığını güçlendiren unsurlardan birisi olduğu bu
durumun da iki ülke ilişkilerinde olumsuz bir etkiye neden
olduğu savunulmaktadır.
Anahtar kelimeler: Panturanizm, Millî Mücadele, Türkiye
Cumhuriyeti, Amerika Birleşik Devletleri, Propaganda.
In this study, the view of the USA on Panturanism
(Panturanian) is discussed. Panturanism-Turanism,
which was put forward as a reflection of the Pan
movements in the world in the last years of the Ottoman
Empire, was accepted by the state. Panturanism, which
aimed to bring the Turan race together, became a
propaganda material for the opposition of the National
Struggle by England. Panturanism, which was shaped by
anti-Turkish sentiment in the USA, had a wide place in
the public opinion with the influence of Armenian and
Greek lobbies. The claims that Mustafa Kemal Pasha
acted on this fact in the American public at the very
beginning of the National Struggle shows how effective
the propaganda activities were against the National
Struggle. An example of the National Struggle's struggle
against propaganda as well as the military field is what
happened about Panturanism. The perception of
Panturanism, which existed until the very beginning of
the proclamation of the Republic, fell off the agenda due
to the statements of the new state that it did not agree with
this idea, and publications on this subject in the American
public.
In the study, by limiting the date, the part up to the first
years of the Republic of Turkey is discussed. The
questions of how Panturanism was used as a propaganda
material against the National Struggle and the Republic
of Turkey, how it shaped the relations between the two
countries and how Mustafa Kemal Pasha struggled
against this propaganda were answered with information
and findings obtained from research works, especially
archival sources and primary sources. answer is given. It
is argued that Panturanism, which is used as a
propaganda material and is included in the American
public opinion, is one of the factors that strengthens the
anti-Turkish sentiment in the country, and this situation
has a negative effect on the relations between the two
countries.
Keywords: Panturanism, National Struggle, Republic
of Turkey, United States of America, Propaganda.
Kars’a göç eden Rumların büyük kısmı çiftçi olduğundan köylere yerleştirilmişlerdir. Tarım ve hayvancılıkla uğraşan Rumlar, kendileri ile beraber getirdikleri keçi ırkının farklı topluluklar tarafından da yetiştirilmesini sağlamışlardır. Çiftçiliğin yanı sıra taş ustası olan Rumlar ise kentin imaret faaliyetlerinde çalışmak üzere kent merkezine yerleştirilmiştir. Ortodoks inancının yaygınlaştırılması için desteklenen Rum din adamları ise kent merkezinde olduğu gibi köylerde de etkin bir şekilde faaliyet yürütmüşlerdir. Yoğun olarak köylerde yaşayan Rumlar, kentten ayrılmadan hemen önce yaşanan siyasi gelişmelerde aktif rol oynamışlardır. Balkan Savaşları’na kadar Müslümanlar ile iyi ilişkiler kuran topluluk, onlarla kültürel etkileşim içinde bulunmuştur. Balkan Savaşları’nda Yunanistan için Rus yönetiminin desteğiyle yardım toplamışlardır. Türklerin bu duruma tepki göstermesi o güne kadar büyük oranda iyi şekilde sürdürülen ilişkileri bozmuştur. Birinci Dünya Savaşı’nın gergin ortamında ilişkiler iyice bozulmuştur. Bolşevik İhtilali sonrasında yaşanan siyasi boşlukta Rumların bir kısmı çete faaliyetleri yürütmüşlerdir. Kentin yeniden Osmanlı Devleti himayesine girmesi ile kentten ayrılan Rumlar, Tiflis ve Batum’a; oradan da bir kısmı Yunanistan’a göç etmiştir.
Araştırmada Rumların, Kars’ın Çarlık Rusya’nın işgal yıllarında en kalabalık topluluklardan birisi olduğu, kente göç etmeleri, sosyoekonomik durumları, siyasal gelişmeler karşısında tavırları, kentte bıraktıkları izler ve kentten ayrılmaları birinci el kaynaklar başta olmak üzere araştırma eserleri çerçevesinde ele alınmıştır.
In this research, the Greek population in Kars between 1878 and 1920 is discussed. Although the first Greek settlement in Kars dates back to before 1865, the intense arrival of the community began with the 1877-1878 Ottoman-Russian War (93 War) and the city's occupation by Tsarist Russia. Tsarist Russia settled communities loyal to itself instead of the Muslims it expelled from the city during the occupation, which lasted approximately forty years. In this context, Greeks from Anatolia and the Caucasus were immigrated to the city. The fact that the Greeks were from different geographies brought about a distinction between them. This distinction has constantly made itself felt among the community.
Since most of the Greeks who migrated to Kars were farmers, they were settled in villages. The Greeks, who were engaged in agriculture and animal husbandry, ensured that the goat breed they brought with them was bred by different communities. In addition to farming, Greeks who were stonemasons were settled in the city centre to work in the city's soup kitchen. Greek clergy, who were supported to spread the Orthodox faith, carried out activities effectively in the villages as well as in the city centre. Greeks, who lived intensively in the villages, played an active role in the political developments just before leaving the city. The community had good relations with Muslims until the Balkan Wars and had cultural interaction with them. During the Balkan Wars, they collected aid for Greece with the support of the Russian administration. The Turks' reaction to this situation disrupted the relations that had been maintained largely well until that day. In the tense environment of the First World War, relations deteriorated further. In the political vacuum after the Bolshevik Revolution, some Greeks carried out gang activities. After the city came under the protection of the Ottoman Empire again, the Greeks who left the city went to Tbilisi and Batumi; From there, some of them migrated to Greece.
In the research, the fact that the Greeks were one of the most populous communities in Kars during the occupation years of Tsarist Russia, their migration to the city, their socioeconomic situation, their attitude towards political developments, the traces they left in the city and their departure from the city were discussed within the framework of research works, especially primary sources.
In this research, the view of the USA on the developments from the Second
Constitutional Era, which is called the Committee of Union and Progress Period
(CUP) in the history of the Ottoman Empire, to the decision to join the WWI is
discussed. The USA, which established a strong network in terms of economic and
missionary activities in addition to its diplomatic representation in the territory of the
Ottoman Empire, closely followed the developments in the country in this period in
line with its interests. In the environment brought by the Second Constitutional Era,
the presence of the USA in the country increased, missionary activities accelerated,
the economic volume between the two countries grew, and diplomatic relations
became tighter. After the Second Constitutional Era, the distance to USA’s institutions
ended, and students were sent to the USA for the first time. This situation continued
after the Bâb-ı Âlî Raid, when the Committee of Union and Progress took over the
administration of the country. During this period, both countries approached
extremely sensitively in crises such as Ambassador Ahmet Rüstem Bey crisis, Adana
Confusion, confiscation of American goods and the abolition of capitulations, and
focused on the solution of the events.
Subject and date limitations were made in the research. In order to understand the
subject better and to present the findings, the years 1908-1914 were discussed, and
the Balkan Wars and The Chester Concession were not included due to the volume
concern of the research. With the document scanning method, documents obtained
from the archives of both countries that will enlighten the subject were analyzed,
within the framework of first-hand sources and research works. The study dealt with
the issues such as the image of the Committee of Union and Progress in the USA, the
reflections of the developments after the Second Constitutional Era on the USA
relations, the attitude of the USA to the developments and the American public
opinion.
siyasi ve sosyal nedenlerden ötürü insanoğlunun göç etmesi
günümüz dünyasını şekillendirmiştir. Günümüzde de etkisini
koruyan ve tartışmalara neden olan göç, geçmişte olduğu gibi
gelecekte de varlığını koruyacak ve dünyayı şekillendirmeye devam
edecektir. Kimi coğrafyalar bu olgudan daha fazla etkilenmiştir. Bu
coğrafyalardan birisi de Anadolu’dur. Osmanlı Devleti’nin toprak
kayıpları ile göç ve göçmenler bir sorun olmaya başlamış, bu
kayıplar arttıkça sorun iyice kendini hissettirmiştir. Bu sorunun
ortaya çıkmasında Osmanlı Devleti bir dizi adım atmış, yasal
düzenlemelerin yanı sıra komisyonlar ve kuruluşlar oluşturmuştur.
Göç konusunda atılan adımlar göçmenler arasında farklılıkların
da yavaş yavaş tanımlanmasına neden olmuştur. Osmanlı Devleti
tarafından göçmenler başta muhacir ve mülteci olmak üzere farklı
adlandırmalar ile de anılmıştır. 1911 tarihli İskân-ı Muhacirin
Nizamnamesi’nde göçmenler iki kısma ayrılmıştı. Tabi oldukları
devletin izniyle gelenlere muhacir, Osmanlı tabiiyetinden gelenlere
ise mülteci adı verilmiştir. Birinci Dünya Savaşı yıllarında bu
adlandırmalar değişmiş; savaş nedeniyle düşman işgaline uğramış
topraklardan gelenlere mülteci, antlaşma ile bir başka devlete terkedilmiş topraklardan gelenlere de muhacir denilmiştir. Bu
kavramlar 1926 İskân Kanunu’nda tanımlanmamış, 1934 yılındaki
İskân Kanunu’nda günümüze yakın tanımlarda kullanılmıştır. İlgili
kanuna göre Türk soyundan olup Türkiye’ye yerleşmek için
gelenlere muhacir, Türkiye’ye yerleşmek istemeyip zaruri
sebeplerden ötürü gelenlere mülteci denilmektedir. Kavramların
böylesine farklı şekillerde kullanılmasının en büyük nedeni
uluslararası hukukta bu kavramların tanımlanmamasıydı.
Mülteciliğin ilk uluslararası tanımlanması 1951 yılındaki
Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Birleşmiş Milletler
Sözleşmesi’nde yer almıştır. İlgili sözleşmenin ilk maddesinde
mülteci kavramı: “1 Ocak 1951´den önce meydana gelen olaylar
sonucunda ve ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba
mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme
uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu
ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından
yararlanamayan, ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak
istemeyen; yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden
yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya
söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen şahıs” ifadeleriyle
tanımlanmaktadır. İlgili maddede yer alan 1951 yılı öncesi sınırlılığı
1967 yılındaki Ek Protokol ile kaldırılmıştır. Araştırmada da bu
ayrımın mümkün olmadığı yerlerde göçmen ifadesine yer
verilmektedir.
Türkiye topraklarında bu göçler farklı tepkilere neden
olmaktaydı. Bunun dikkat çeken örneklerinden birisi de Kurtuluş
Savaşı’nın en kritik günlerinde TBMM nezdinde yaşanmıştı. Mustafa
Kemal Paşa’ya karşı yapılan hareket, onun göç olgusuna bakışının da
izlerini taşımaktadır. Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni Bey
önderliğinde bir grup milletvekili 2 Aralık 1922 tarihinde TBMM’ye
sunulan bir kanun tasarısı ile Türkiye’nin mevcut sınırları içinde
doğmayanlar ile beş yıldır ikamet etmeyenlerin milletvekili
adaylıklarının kabul edilmemesi amaçlanmıştır. Bu durum Mustafa
Kemal Paşa’ya karşı yapılan bir hamleydi. Onun milletvekilliğinin
önüne geçilmeye çalışılmış, bu aşamada göç meselesine de düşmanca
yaklaşılmıştı. Mustafa Kemal Paşa kanun teklifi hakkında yaptığı
konuşmada, teklifi yapanları sert bir şekilde eleştirmişti. “Doğum
yerim bugünkü sınırlar dışında kalmıştır ama bunda benim ne
eksiğim, ne suçum var! Bunun nedeni, bütün ülkemizi, darmadağın
etmek, yok etmek isteyen düşmanların dilediklerini tam
gerçekleştirmekten alıkonamamış olmasıdır. Eğer düşmanlar
amaçlarına tam ulaşmış olsalardı, Tanrı korusun, bu tasarıya
imzasını koyan bayların memleketleri de sınır dışında kalabilirdi.”
ifadeleri ile o zamanki göçmen meselesinin nasıl hassas bir mesele
olduğunu belirtmiştir.
Milli Mücadele yıllarında mülteciler meselesi TBMM açılır
açılmaz ele alınmış, ilgili yasal düzenlemeler yapılmış ve kurumlar
teşkil edilmiştir. Ancak o günkü koşullar göz önüne alındığında
imkânların yetersizliği ve işgal güçlerine karşı verilen mücadele ön
planda olduğundan mülteci meselesi ve iskân işleri konusunda
aksamalar yaşanmıştır.Mustafa Kemal Paşa 1 Mart 1922 tarihinde
Üçüncü Toplanma Yılını Açarken yapmış olduğu konuşmada
mültecilerin durumuna değinmişti. Birinci Dünya Savaşı nedeniyle
yerlerinden olan mültecilerin yurtlarına yerleştirildiklerini, savaş
nedeniyle gelenlerin ise kanunlar uyarınca uygun yerlere
yerleştirildiklerini ve ihtiyaçlarının imkânlar doğrultusunda
karşılandığını belirtmiştir. Mustafa Kemal Paşa bir yıl sonra (1 Mart
1923) Dördüncü Toplanma Yılını Açarken yaptığı konuşmada
mülteci meselesine yeniden değinmiştir. Memleketin düşman
tarafından zarar verildiğine bu durumun mültecilerin durumunu daha
da kötüleştirdiğini, bu olumsuzlukların giderilmesi için
imkânlar dâhilinde mücadele edildiğinin altını çizmiştir. Bu
konuşmalarında da anlaşılacağı üzere TBMM ülkenin en önemli
meselelerinden olan mülteci meselesinin çözümü, onların iskân
edilmeleri ve ihtiyaçlarının sağlanması hususunda çaba göstermiştir.
Türkiye Cumhuriyeti kuruluşu itibariyle mülteci sorunu ile
karşı karşıyaydı. Mülteci ve muhacirlerin yanı sıra mübadillerin göçü
karşısında yasal ve kurumsal adımlar atılmıştır. Araştırmada her ne
kadar kavramlar ortak kullanılsa da Türkiye Cumhuriyeti’nin mülteci
konusu ele alınmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti kuruluşu itibariyle
güvenlik kaygıları, ulus yaratma çabası ve üretimin artırılması
karşısında mülteci politikaları geliştirmiş, gerek ulusal gerekse
uluslararası gelişmeler karşısında tutumunu kimi zaman
değiştirmiştir. Konunun son derece kapsamlı olması nedeniyle tarih
sınırlandırılmasına gidilmiş, kimi yerlerde konunun daha iyi
anlaşılması için tarih sınırlandırılması dışına çıkılmıştır. Türkiye’nin
mülteci politikasının anlaşılması için mülteciler hakkında
düzenlemelere yer verilirken, Beyaz Ruslar ile İspanya Mültecileri
ayrı başlıklar halinde ele alınmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin
mülteci politikasının ne olduğu, nasıl şekillendiği, bu kapsamda yasal
düzenlemeler ve kurumsal adımların neler olduğu, bu politikaların
nasıl sonuçlar doğurduğu gibi sorulara başta arşiv kaynakları olmak
üzere, birinci el kaynaklar ile araştırma eserlerinden elde edilen
bulgularla cevap verilmektedir.
sapiens) varlığını egemen kılmak için kendisinden daha güçlü olan
Neandertalleri yenmiş ve onların tarih sahnesinden silinmesine neden
olmuştur. Bu aynı zamanda savaşın sadece güçlünün kazandığı bir
mücadele olmaktan öte zekânın da önemli bir rolü olduğunu
göstermektedir. Çinli komutan, filozof Sun Tzu (M.Ö. 6.yy), “Savaş
Sanatı” isimli eserinde savaşın aslında gücün yanı sıra zekâ ile
alakalı olduğunu ve sadece güç merkezli bir çatışmanın değil bir
stratejiler yumağı olduğunu belirtmektedir.1 Bu kadar karmaşık olan
savaşın, farklı şekilleri ve argümanları olmalıydı. Tarihte bu süreç
savaş teknikleri yanı sıra teknolojileri üzerine odaklanmıştı.
Teknoloji odaklı savaş günümüze kadar hâkimiyetini korumaktadır.
Ancak günümüze dek Sun Tzu’nun Savaş Sanatı’ndan daha ünlü bir
savaş kitabı kaleme alınmamıştır. Bunun temel nedeni hiç şüphe yok
ki günümüzdeki savaş olgusunun son derece karmaşık ve çok başlıklı
olmasıdır. Bu kadar çok başlıklı olguyu tek başlık altında toplamak
yerine farklı farklı başlıklar altında açıklamak gerekmektedir.
madeninden (latince cyprum/cuprum) almaktadır. Doğu Akdeniz’de 9251 km2 yüzölçümüne sahip olan Kıbrıs, Türkiye’ye 70
km uzaklıktadır. Akdeniz’in güvenliği için stratejik noktada yer
alan Kıbrıs, birçok devletin himayesine girmiş, stratejik konumundan ötürü önemli mücadelelere sahne olmuştur. Osmanlı
Devleti’nin Suriye ve Mısır’ın fethi sonrasında Afrika’ya yapılan
gemi seferlerinin güvenliği sağlamak amacıyla Venediklilerin
elindeki adanın fethi için hazırlıklar başlamıştı. Doğu Akdeniz’in güvenliği açısından da son derece kritik öneme sahip olan
adaya 1570 yılında Osmanlı akınları yapılmıştı. Lala Mustafa
Paşa komutasındaki ordunun adayı fethi 1 Ağustos 1571 tarihinde gerçekleşmişti.
önsöz yazmamı istediğinde çok karmaşık duygulara ve çelişkili düşüncelere kapıldığımı itiraf
etmeliyim. Böyle bir metni kaleme almaya elim
bir türlü varmadı. Vedat Akçayöz gibi saygı
duyduğum, takdir ettiğim bir kişi için yüksündüğümden değil de, Kars’ta hakim olduğunu
bildiğim bir zihniyetten dolayı ona zararlı olabileceğimden korktum. Ancak sonunda bu kitabın
önce Kars sonra da Türkiye kültürü açısından
önemini gözeterek aşağıdaki satırları okuyucunun değerlendirmesine sunmaya karar verdim.
Önce Vedat Akçayöz’ü nasıl algıladığımı anlatmalıyım. Vedat Akçayöz bana göre Kars’ın
toprağı, Kars’ın hamuru ne ise, o özden yoğrulmuş bir kişidir. Kars’ı Kars yapan ne varsa
onun şahsında beden bulmuş gibidir: Bir ortak
dostun yönlendirmesiyle tesadüfen denecek bir
biçimde tanışmış olsak da, bende hemen o eski
yılları, o zamanların Karslısını anımsatan, hemen sahiplenen, hemen yardıma koşan, hemen
çözüm üreten, babacan, verici, sımsıcak bir insan izlenimi uyandırmıştı. Bu görüşüm onunla
her konuşmamda güçlenmeyi sürdürüyor. Aydınlık gülümsemesinin, girgin tavırlarının hiç
sönmemesini, değerinin bilinmesini dilerim.
Vedat Akçayöz benim Kars’la kalmış tek irtibatımdır diyebilirim. Onunla sohbetlerimizde,
yazışmalarımızda artık var olmayan bir Kars
canlanır, hayat bulur ve içimdeki sıla, içimdeki
özlem yatışır, teselli bulurum.
Gelelim bu kitabın Kars için önemine. Çünkü
bu kitap Kars’la yoğrulmuş bir gerçek alaşım
olan Vedat Akçayöz’ün tüm içtenliği, tüm heyecanı, tüm merakıyla arayıp bulduğu gerçekleri,
doğruları yazıyor. Bu kitap hiçbir taraftan yana
değil sadece o toprağı öyle güzel, öyle bereketli,
öyle duyarlı kılan insanlardan yana yazıldı. O
insanların güzelliği o toprağa aşı oldu, maya
oldu: Vedat Akçayöz bu tohumların, köprülerin
altından akan sularla, zamanla yıkanmış, götürülmüş olduğunu sansak da yok olmadığını
rüzgârın savurduğu başka yerlerde başak verdiğini kanıtladı. Bu ölümsüzlük duygusu Kars
açısından ne kadar da umut verici!
Bu kitabın Türkiye kültürü açısından önemi
ise, artık kırsal kesimlerde unutulmaya başlanan bir geleneği anımsatmasıdır. Bu kitap 1960’lı yıllarda köylerde ekim, sürüm, hasat sırasında nasıl canlı bir kültürel yaşamın olduğunu belgeliyor ve artık söylenmeyen nice türkü, mani, şarkı sözünü gün ışığına çıkarıyor.
Bugün hâlâ bu Türkçe kültürün oraya göç etseler de Kars’ta yaşadıklarının etkisinden aslakurtulamayan Malakanlar tarafından Kafkasya topraklarında sevgiyle, bağlılıkla, dostlukla,sonsuz bir sıla hasretiyle gözyaşları, kalp burukluğu içinde yaşatıldığının kanıtıdır bu kitap.
toplandığı Nisan 1920’ye kadar devam eden ilk evre, diğer bir deyişle
Heyet-i Temsiliye dönemi, sahadaki gerçekliğin ve milletin kararlılığının
uluslararası alanda etkin aktörlere tanıtılması gayesinin etrafında şekillenen bir diplomasi örneğini sergilemektedir. Yayınımızın ilk belgesinde açıkça tarif edilen bu gaye etrafında Milli Mücadelenin kamu diplomasisi sahada kendini göstermeye başlamıştır, denebilir.
İlerleyen sayfalarda görüleceği üzere, 1919 yılına ait birçok belge, sahadaki mücadeleye eş zamanlı olarak uluslararası gelişmelerin dikkatle izlendiğine ve yüzyılların diplomasi geleneği uyarınca Avrupa ve dünya güç dengesi sisteminden yararlanarak ulusal hedeflere ulaşmaya çalışıldığına tanıklık etmektedir. 1919 tarihinden başlayan arşiv kayıtlarımız, güç dengesi sisteminin önemli aktörlerinden İngiltere ve ABD’yle ilişkilere dair önemli bilgiler sunmakta, Rusya’yla ilişkilere dair kayıtlar 1920 yılı itibariyle başlamaktadır. Milli Mücadelenin 1920 yılı ortalarında başlayan ikinci evresinden itibaren izlenmeye başlanan diplomasi ise yukarıda bahsi geçen uluslararası aktörlerin yanı sıra Fransa ve İtalya’yı da içine alacak ve klasik diplomasinin yöntemlerine daha fazla yer vermek suretiyle “masa”nın denklemdeki ağırlığını arttıracaktır. İlerleyen sayfalarda görüleceği üzere, arşivimizin 1919’a ait belgeleri, İtalya’nın, Milli Mücadele diplomasisinin önemli bir bileşeni haline geleceğinin ipuçlarını sunmaktadır.
XI. Büyükelçiler Konferansı için hazırlanan bu çalışmada Milli
Mücadelenin ilk evresindeki diplomatik çabalara odaklanılmıştır. Bu
bağlamda, 1919 yılına ait yüzlerce Osmanlıca belgenin içinden
Ülkeler/İngiltere (534), Ülkeler/İtalya (541), Ülkeler/ABD (502) ve Mili
Mücadele (2763) fonlarında bulunan 25 belge seçilmiştir.
Bu eseri yayına hazırlayan Dr. İrşat Sarıalioğlu’na ve çalışmamız süresince, bilgi ve tecrübelerini bizden esirgemeyen Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanı Prof. Dr. Sayın Uğur Ünal ve Dış İlişkiler ve Tanıtım Dairesi Başkanı Sayın Cevat Ekici’ye teşekkürü borç biliriz.
Her söz sizi size biraz daha yaklaştırır. Böylece derinliklerinizde size benzeyen yeni bir "ben" bulursunuz. Sizi en iyi anlayan ve sizi en iyi anlatan... Kelimelerin ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha anlarsınız. Kimine göre tüm bunlar "SOYUT" olsa da sizin için çok daha ötedir. Her öykü çıkılmış bir yolculuğun ve bu yolculuk sonunda varılan yerin eseridir. Unutmayın insanları tanımanız için onların düşlerine dokunmalısınız. İnsan sadece yaşamak zorunda olduğu hayatı yaşar. Ancak unutmayın düşleriniz sizi siz yapar. Sizi uçsuz bucaksız diyarlara götürür. O diyarlarda sadece yaşamak istediğiniz hayatı yaşarsınız!
alanlardan birisi ise Eğitim alanıydı. Eğitim, genç Cumhuriyetin değerlerini topluma benimsetecek ve
hedeflerine ulaştıracak en etkili alanlardan birisi olduğundan bir dizi çalışma yapılmıştır. Bu
kapsamda eğitim alanında birçok yabancı eser Türkçeye çevrilirken; bu alanda tanınmış isimler
Türkiye’ye davet edilmiştir. Bu isimlerden birisi de John Dewey’di. John Dewey, 1924 yazında
Türkiye’ye gelerek bir dizi incelemeler ve gözlemlerde bulunmuştu. Bu inceleme ve gözlemlerini
rapor haline getirmiştir. Bu doğrultuda Milli Eğitimde bir dizi düzenlemeler yapılmıştır.
John Dewey, eğitimi Pragmatizm felsefesi üzerine oturtmaya çalışmıştır. Eğitimde sürekli değişim ve
yeniden inşa görüşünü benimseyen John Dewey, eğitimi değişmez doğrulardan kurtarmaya
çalışmıştır. John Dewey günümüzde ön plana çıkan birçok eğitim modelinin temeli olarak kabul
edilmektedir. Böylece eğitim her geçen gün gelişen koşullar ve teknolojik yenilikler sayesinde değişim
ve gelişim sağlamıştır.
Bu çalışmada John Dewey’in Eğitim Felsefesi tekrar ele alınarak, günümüz eğitiminde
uygulanabilirliği sorgulanmıştır. Değişen koşullar ve gelişen teknolojik gelişmeler karşısında John
Dewey ve Felsefesinin açtığı ufuklar üzerinde durulmuştur.