Papers by Muhammet OKUDAN
CUİD, 2024
From the early periods of Islam, Muslim scientists have been interested in astronomy for reasons ... more From the early periods of Islam, Muslim scientists have been interested in astronomy for reasons such as calculating prayer times and determining the direction of the qibla. Although some scientists claim that Ilm-i Aḥkām-i Nujūm is a part of astronomy, most thinkers have rejected this claim. However, because of the expression “ahkām” in it, many scholars have kept astrology apart from astronomy in the classification of sciences and have not considered it as one of the natural sciences. Although various astrological booklets were presented to the rulers of many Islamic states, the institution of chief astrologers was organized as an independent institution in the Ottoman Empire during the reign of Bāyezīd II. During this period, a committee consisting of the chief astrologer, second astrologer, and a group of astrologers was formed, and although it underwent some changes from time to time, the institution continued its existence until the Republic. This article aims to present information regarding the establishment of the chief astrologer institution within the Ottoman Empire, and to outline the subjects covered in astrological booklets as evidenced by a treatise on the provisions from 1712. The study was performed considering the documents uncovered within the Ottoman Archives of the General Directorate of State Archives. The research methodology employed archival and literature scanning techniques. One of the questions that the article seeks to answer is how this institution continued to exist in the Ottoman Empire even though it is emphasized in the Holy Quran and Hadith that the knowledge of the unseen belongs only to Allah. The article also delves into the responses of those involved in this field to
these criticisms and highlights the issues addressed in the provisions. Some findings reached in the article are as follows: The main task of this institution is to determine prayer times, observe the Ramadan crescent, and determine the Ashraf time.
Moreover, the astrological judgments also include information about the events that will occur within a year. Some sultans cared about carrying out their work in line with the information notes of the chief astrologer, and even requested astrologers
from rulers in different geographies, while some did not care. Those who deal with this science were generally trained in a master-apprentice relationship. However, people from different professional groups emerged who were enthusiastic about
this science, and although it was not their duty to do so, they prepared astrological pamphlets and presented them to the sultans. One of them is Chronicler Naʿīmā Efendi. Naʿīmā, the first official Ottoman chronicler, held various administrative
positions in the late 17th century and early 18th century. Historians who researched the period in which he was dismissed from office twice cited the provisions drawn up by Naʿīmā as the reason for this. Naʿīmā openly shared with the public the
negativities he could detect in these provisions. This caused him to gain the hostility of the administrators of the period. The inferences he made caused him to be dismissed from various positions. However, Naʿīmā continued to write judgments and
used political language in the provisions he prepared for 1712 to return to the high bureaucracy. According to him, this is a science and dealing with this science is not against Islam. The information he provides is far from any claim. For example, he
stated in his treatise that the sultan would healthily continue his life for a long time, that he could have one or two children in 1712, that there were signs of earthquakes and fires from the positions of the planets, but that the probability of those
happening was low. What needs to be done for the state to regain its former power is also mentioned. One of the important issues he focuses on is the navy. To strengthen the navy, he suggested employing talented sailors with clean records and a
sense of duty, and that those who threaten the property and lives of the people by committing piracy should be caught and punished. He emphasized the importance of assigning positions to qualified people in the state bureaucracy and wanted a highlevel position. Therefore, to regain the old glorious days, the bureaucrats appointed to the provinces must be selected from those competent in the job. Again, inspection is important to ensure and maintain stability. The control mechanism should be
activated, those who show incompetence, those who commit corruption and those who oppress the public should be dismissed immediately. He recommended that the state should punish those involved in public order incidents and grant amnesty to
those who had served their sentences and reformed to restore public trust. He focused on the internal reasons for the decline of the state, but did not focus on the external reasons. He also mentioned that positive sciences should be given importance.
Although he did not dwell on the rapid progress of the West, with which the Ottoman Empire was in constant struggle, that is, on the external causes of regression, he emphasized the importance of positive sciences. Although this treatise is a treatise on
provisions, it is similar to advice/Islahatnames in revealing the period's problems and offering solutions. However, no information has been found as to whether it was considered by the sultan of the period
Bu calismada XIX. yuzyilda Mardin’de ailenin yapisi ve kadinin sosyal statusu 179, 201, 208 ve 23... more Bu calismada XIX. yuzyilda Mardin’de ailenin yapisi ve kadinin sosyal statusu 179, 201, 208 ve 235 nolu ser’iyye sicilleri esas alinarak incelenmistir. Mardin’de evlenme kadinin rizasi ile olmus ve mehir kendisine verilerek gerceklesmistir. Tek esle evlilik yaygindir. Ortalama cocuk sayisi uctur. Bosanma hakkini mahkemelerde kullanabilen kadinlar, erkekler gibi ticaret yapmis, borc vermis ve vakif kurmustur
İSLAM DÜŞÜNCE YAPISINA ETKİ EDEN İLK DÖNEM OLAYLARI ULUSLARARASI SEMPOZYUMU, 2022
History Studies International Journal of History, 2020
Osmanlı Devleti'yle ilgili kaleme alınan ilk eserlerde Osmanlı Beyliği'nin cihan imparatorluğu ol... more Osmanlı Devleti'yle ilgili kaleme alınan ilk eserlerde Osmanlı Beyliği'nin cihan imparatorluğu olacağı bir rüya motifiyle anlatılmıştır. Yine Osmanlı padişahları ve halkın çeşitli kesimlerince de devletin geleceği ile ilgili birçok rüya görüldüğü de bilinmektedir. Bu çalışmamızda özellikle halkın ve yönetici sınıfın devletin geleceği ve kendi gelecekleriyle ilgili görmüş olduğu rüyalar ele alınmış ve şu sorulara cevap aranmıştır: Görülen rüyalar hangi temada yoğunlaşmıştır; rüya görenler toplumun hangi kesimine mensuptur; Rüyaları yorumlayanlar kimlerdir; Gördükleri rüya gerçekten görülmüş müdür yoksa kurgulanmış mıdır; Rüyalarını anlattıktan sonra herhangi bir talepte bulunmuşlar mıdır; yorumlanan rüyalar gerçekleşmiş midir? Osmanlı ve rüya konusunda bazı çalışmalar yapılmıştır. Ancak bizim çalıştığımız belgelerden yola çıkılarak yapılmış bir çalışma bulunmamaktadır. Çalışmanın sonunda ulaşılan bazı bulgular ise şunlardır: Anlaşılabildiği kadarıyla rüyalar padişahla bir şekilde iletişim kurmanın yolu olarak görülmüştür. Rüyalar genellikle yeni fetih ve yeni zaferleri müjdelemektedir. Çoğunlukla tasavvuf ehli rüya görmüş veya rüyaları yorumlamıştır. Hz. Muhammed (SAV) rüyalarda sıklıkla görülmüştür. Görülen rüyalar genellikle olumludur ve hakkında rüya görülen kişinin aleyhine herhangi bir gelişme söz konusu değildir. Türk mitolojisinin çeşitli unsurlarına bu rüyalarda rastlanmıştır. Padişahtan sonra yerine geçecek şehzadenin kim olacağı merak edilmiş bunlarla ilgili rüyalardan yola çıkarak yorumlamalar yapılmıştır.
VIII. ULUSLARARASI VAN GÖLÜ HAVZASI SEMPOZYUMU, 2021
ORTA DOĞU'DA DİN VE MEDENİYET SEMPOZYUMU
Geçmişte ve günümüzde Orta Doğu’da yaşanan dini, mezhepsel ve Cemaatsel gerilim ve çatışmalarda f... more Geçmişte ve günümüzde Orta Doğu’da yaşanan dini, mezhepsel ve Cemaatsel gerilim ve çatışmalarda farklı sebepler var olmakla birlikte, dinî anlayış ve yorumların hatırı sayılır yeri olduğu muhakkaktır. ...
Sosyal Bilimler Dergisi
Vakıf insanların bazen de hayvanların çeşitli ihtiyaçlarını karşılamak üzere insanoğlunun kendi m... more Vakıf insanların bazen de hayvanların çeşitli ihtiyaçlarını karşılamak üzere insanoğlunun kendi malını gönüllü bir şekilde Allah rızası için hibe etmesidir. İslam Tarihinin ilk yıllarından itibaren devletler vakıf kurumuna özel bir önem vermiştir. Bu kurum, Osmanlılar Döneminde en teşekküllü haline ulaşmış, birçok hizmet bu kurum aracılığı ile yerine getirilmiştir. Tokat'ta, 1398 yılında Osmanlı tarafından fethedildikten sonra, şehrin birçok ihtiyacı vakıflar aracılığıyla karşılanmıştır. XV. Yüzyılın ikinci yarısında tespit edebildiğimiz kadarıyla Tokat'ta beş vakıf kurulmuş, bir imarethane, bir medrese, bir zaviye ve bir hankâh inşa edilmiştir. Bu vakıflara gelir getirmek üzere, başta köy ve mezra olmak üzere çeşitli akarlar tahsis edilmiştir. Vâkıfların tamamı askeri sınıfa mensup olup, bu vâkıflardan ikisi melik, ikisi emir ve biri ise sultandır. Kurulan vakıfların dört tanesi yarı ailevi vakıf olması, vâkıfların ellerindeki gayrimenkullerin miras yoluyla parçalanmasının önüne geçmek istediklerinin bir göstergesi olmalıdır.
Muhammet OKUDAN 2 Öz: Bu çalışmada Osmanlı Devleti zamanında Samsun'da kurulan vakıflar, ku-rucul... more Muhammet OKUDAN 2 Öz: Bu çalışmada Osmanlı Devleti zamanında Samsun'da kurulan vakıflar, ku-rucularının sosyal statüleri açısından vakfiyeler esas alınarak incelenmiştir. Samsun'da gerek askeri sınıfa mensup gerekse reaya mensup kişiler tarafından çeşitli vakıflar kurulmuştur. Şehir merkezinde inşa edilen cami, medrese, mek-tep gibi yapılar genellikle askeri sınıfa mensup kişiler tarafından kurulmuştur. Reaya sınıfına mensup olanlar daha ziyade kırsal kesimde görev yapan imam-ların ve diğer din görevlilerin maaşlarını karşılamak üzere vakıf kurmuşlardır. Samsun'da saray mensubu vakıf kurucusu bulunmamakla birlikte emir, vali, muhassıl gibi üst düzey yöneticiler tarafından vakıf kurulmuştur. Anahtar Kelime: Canik sancağı, Osmanlı, Vakıf kurumu, Sosyal statü. İslam tarihinde vakıflar toplumun sosyal, kültürel ve ekonomik hayatında çok önemli rol oynamıştır. Özellikle Osmanlı Devletinde vakıflar sosyal hayatın tüm katmanlarını kapsayacak şekilde yaygınlaş-mıştır. Devlet "sosyal devlet" olma sorumluluğunu bu kurumlar aracı-lığı ile yerine getirmiştir. Hayırsever insanların mallarının bir kısmını ya da tamamını toplum yararına vakfetmesi, toplumda dengenin korun-masını sağlamıştır. Bina edilen cami, medrese, hastane, köprü vb. vakıf eserler de ülkenin imar ve inşasına öncülük etmiştir (Alkan, 2004, 1).
The foundation is that human beings voluntarily donate their own goods for the purpose of Allah i... more The foundation is that human beings voluntarily donate their own goods for the purpose of Allah in order to meet both own various needs and the animals. Since the early years of the Islamic history, states have given special importance to the foundation. This institution has become the most organized in the Ottoman Period, many services have been fulfilled through this institution. After Tokat was conquered by the Ottoman State in 1398, many of the city's needs were provided by foundations. In the second half of the 20th century, five foundations were established in Tokat and an almshouse, a madrasa, a small dervish lodge and a hankâh were built. In order to bring in income to these foundations especially first of all landed property, villages and hamlets have been allocated. All of the foundations are members of the military class, two of them are king, two of them are orders and one of them is a Sultan. Four of the foundations which found must be semi-familial foundations and should be a demonstration that they want to prevent the real estate in their hands from being broken down by inheritance.
Amasya 1398 tarihinde Yıldırım Bayezid tarafından fethedilmiş, tarihi Hititlere kadar dayanan Ana... more Amasya 1398 tarihinde Yıldırım Bayezid tarafından fethedilmiş, tarihi Hititlere kadar dayanan Anadolu'nun önemli bir şehridir. Osmanlı döneminde şehzadelerin gönderildiği sancak merkezlerinden biri olması nedeniyle vakıf kurumunun en güzel örneklerinin görüldüğü yerleşim yerlerinden biri olmuştur. Bu çalışmanın amacı ise Osmanlı dönemi Amasya Sancağına bağlı kaza, kasaba ve köylerde kurulmuş olan vakıfların; kurucularının sosyal statüsü, ekonomik gelirleri ve hizmet amaçlarına göre değerlendirmektir. Makaleye konu olan vakfiyeler Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivinde bulunmaktadır. Yapılan incelemede 1800 ile 1875 yılları arasında 14 tane vakfın kurulduğu tespit edilmiş olup çalışma bu 14 vakfiye esas alınarak yapılmıştır. Vakıf kurucularının dokuzu askeri sınıfa, beşi ise reaya sınıfına mensuptur. Yine vâkıflardan üçü kadın, ikisi zimmidir. Vakıflara gelir getirmek üzere on dört bağ, iki bahçe, üç böcekhane, kırk dükkân, bir han, altı değirmen, bir mutaf kârhane, vakfedilmiştir. Müessesat-ı Hayriye kabilinden bir medrese, iki mektep, iki cami, bir hankâh, bir zaviye inşa edilip insanların hizmetine sunulmuştur. Bununla birlikte öğrencilere burs verilmesi, Hz. Peygamberin doğum gününün kutlanması, çeşme yapımı ve su yollarının tamiri için tahsisat oluşturulmuştur. ABSTRACT Amasya is an important city of Anatolia which dates back to the Hittites, conquered by Yıldırım Bayezid in 1398. Because it was one of the sanjak centers where the princes were sent during the Ottoman period, it became one of the settlement places where the most beautiful examples of foundation foundation were seen. The aim of this study is the foundations established in Amasya during the Ottoman period. These foundations will be evaluated according to the social status of their founders, their economic incomes and service purposes. In the research conducted in the archive of the General Directorate of Foundations, it was determined that 14 foundations were established in Amasya between 1800-1875. Nine of the foundation's founders belong to the military class, and four belong to the reaya class. Again, there are three women, two of them are zimmis. Fourteen vineyards, two gardens, three bugs, forty shops, one inn, six mills, one profitable shrub were donated to bring money to the foundations. A madrasah, two schools, two mosques, a hankah, a stigma were built and offered to people's service. However, scholarship is given to the students, Hz. Appointments were made for
Ebu Şems Zaviyesi Tokat’ta Sultan II. Mesut döneminde Hicri 687/Miladi 1288 yılında Ebu’l-Hasan b... more Ebu Şems Zaviyesi Tokat’ta Sultan II. Mesut döneminde Hicri 687/Miladi 1288 yılında Ebu’l-Hasan bin eş-Şems tarafından inşa ettirilmiştir. Bu zaviyeye gelir getirmek üzere Tokat merkezde çeşitli dükkânlar, bahçeler, değirmen hissesi ile Artukabad’da çeşitli köyler vakfedilmiştir. Vâkıf, zaviyede görev yapmak üzere şeyh, sufi, müezzin, bevvâb gibi çeşitli kadrolar ihdas etmiş ve bu görevlere azatlı kölelerinin atanmasını
şart koşmuştur. Vakfın muhasebesi ile ilgili Osmanlı öncesi döneme ait herhangi bir belge tespit edilememiştir. Aynı şekilde Osmanlı döneminde de Ebu Şems Zaviyesi ile ilgili bir belgeye rastlanmamıştır. Bununla birlikte yapının Osmanlı döneminde “Vezir Hankahı”, “Vezir Ahmed Paşa Zaviye ve Türbesi” olarak isimlendirildiği anlaşılmıştır. Gerek Ebu Şems gerekse Vezir Ahmed Paşa hakkında detaylı bir bilgi bulunamamıştır. İncelenen muhasebe kayıtlarında vakfa bir takım müdahaleler yapılarak akarların büyük bir kısmına el konulduğu saptanmıştır. 19. Yüzyılın onlarına başarmıştır. 1939 depreminden sonra çekilen fotoğraflarda zaviyenin dış duvarlarının yıkıldığı etrafına baraka şeklinde dükkânların yapıldığı görülmüştür. 1969 yılında eski eser olarak tescil edilen yapı günümüzdeki şeklini 1988 yılında yapılan restorasyondan sonra almıştır. Bu makalede zaviyenin elde edilen vakfiyesi ve muhasebe kayıtları
eğerlendirilerek Tokat’ın dini ve sosyal tarihinin ortaya çıkarılmasına bir
katkı sağlanması amaçlanmıştır. doğru ciddi bir tamirat geçiren zaviye 1939 depremine kadar ayakta kalmayı
Halef b. Süleyman Hicri 691/Miladi 1292 yılında Tokat Merkez Kuru Meydan civarında bir hankah inş... more Halef b. Süleyman Hicri 691/Miladi 1292 yılında Tokat Merkez Kuru Meydan civarında bir hankah inşa etmiştir. Bu hankaha gelir getirmek üzere Tokat Merkezde çeşitli bahçeler, Artukabad ve Kazaabad’ta çeşitli köyler vakfetmiştir. Hankah ile ilgili Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi, Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi ve Şer’iyye Sicillerinde bazı belgeler tespit edilmiştir. Ancak Halef b. Süleyman’ın hayatı hakkında detaylı bilgilere ulaşılamamıştır. Halef Sultan Hankahı ile ilgili vakfiyesine dayalı müstakil bir çalışma bulunmamaktadır. Ancak Sanat Tarihçileri ve bazı tarihçiler kitabesinden yola çıkarak bir takım değerlendirmeler yapmışlardır. Bu değerlendirmelerin tamamında Hankahın vakfiyesinin kayıp olduğundan bahsedilmiştir. Yapılan incelemede tarihi süreç içerisinde hankahın birçok akarına el konulduğu, zamanla hankah işlevini yitirip gelip geçenin uğrak yeri olduğu görülmüştür. Burada insanlara mübarek gecelerde tatlı ve yemek diğer zamanlarda tütün ve kahve ikram edildiği, bazı kişilerin vakfın gelirlerine el koyup mürtezikanın maaşını ödemediği gibi, vakfa yapılan bir takım müdahaleler tespit edilmiştir.
Bu çalışmada vakfiyeler esas alınarak Osmanlı Devleti zamanında Canik (Samsun) Sancağın'da kurula... more Bu çalışmada vakfiyeler esas alınarak Osmanlı Devleti zamanında Canik (Samsun) Sancağın'da kurulan medreseler genel olarak tanıtılmıştır.
Öz Osmanlı Devleti'yle ilgili kaleme alınan ilk eserlerde Osmanlı Beyliği'nin cihan imparatorluğu... more Öz Osmanlı Devleti'yle ilgili kaleme alınan ilk eserlerde Osmanlı Beyliği'nin cihan imparatorluğu olacağı bir rüya motifiyle anlatılmıştır. Yine Osmanlı padişahları ve halkın çeşitli kesimlerince de devletin geleceği ile ilgili birçok rüya görüldüğü de bilinmektedir. Bu çalışmamızda özellikle halkın ve yönetici sınıfın devletin geleceği ve kendi gelecekleriyle ilgili görmüş olduğu rüyalar ele alınmış ve şu sorulara cevap aranmıştır: Görülen rüyalar hangi temada yoğunlaşmıştır; rüya görenler toplumun hangi kesimine mensuptur; Rüyaları yorumlayanlar kimlerdir; Gördükleri rüya gerçekten görülmüş müdür yoksa kurgulanmış mıdır; Rüyalarını anlattıktan sonra herhangi bir talepte bulunmuşlar mıdır; yorumlanan rüyalar gerçekleşmiş midir? Osmanlı ve rüya konusunda bazı çalışmalar yapılmıştır. Ancak bizim çalıştığımız belgelerden yola çıkılarak yapılmış bir çalışma bulunmamaktadır. Çalışmanın sonunda ulaşılan bazı bulgular ise şunlardır: Anlaşılabildiği kadarıyla rüyalar padişahla bir şekilde iletişim kurmanın yolu olarak görülmüştür. Rüyalar genellikle yeni fetih ve yeni zaferleri müjdelemektedir. Çoğunlukla tasavvuf ehli rüya görmüş veya rüyaları yorumlamıştır. Hz. Muhammed (SAV) rüyalarda sıklıkla görülmüştür. Görülen rüyalar genellikle olumludur ve hakkında rüya görülen kişinin aleyhine herhangi bir gelişme söz konusu değildir. Türk mitolojisinin çeşitli unsurlarına bu rüyalarda rastlanmıştır. Padişahtan sonra yerine geçecek şehzadenin kim olacağı merak edilmiş bunlarla ilgili rüyalardan yola çıkarak yorumlamalar yapılmıştır. Abstract At the first works of art, which were written up related to Ottoman Empire, Ottoman Feudality's becoming to universe empire was visualised with dream motive. Yet, it is known that Ottoman Sultans and some groups of people of the public had dreams about the state's future. In this research, especially, dreams of public and ruling class associated with the future of the state and their own self were discussed and sought answers for such questions:
Bu çalışmada Amasya Mehmed Paşa Külliyesinin, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Cumhurbaşkanlığı Osmanl... more Bu çalışmada Amasya Mehmed Paşa Külliyesinin, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivinden elde edilen belgeler ışığında genel bir değerlendirmesi yapılmıştır.
Bilimname, 2019
The Ottoman State, which has accepted itself as the representative of Sunni Islam has made variou... more The Ottoman State, which has accepted itself as the representative of Sunni Islam has made various attempts against the insult of the holy values of Islam, both inside and outside its territory; and has handed out various punishments; especially for those who initiated this movement within its borders. In the West, theaters staged plays which had led to humiliation of the Prophet Mohammed (SAV) in their own societies; moreover various books were written in this context. Moreover, the names of lafza-i celal, prophet and sahâbe were superseded by various articles and game cards. In the face of these events in Europe, it has observed that the Ottoman Empire had sought to prevent these insulting plays, which involve humiliation against Islam and Muhammad by using its diplomatic channels. Attempts were primarily undertaken by embassies who had been reported the incident, but if these attempts weren't carried off, the information about plays and attempts would be sent to relevant authorities so as to get İstanbul involved. The Sultan and the Government of Istanbul, as khalifa and tutelar of Muslims, asked governments of the countries where plays involving humiliation would be played to prevent these games and mostly received positive response. Within the Ottoman Empire’s territory, insults occurred both to the Prophet Muhammad and his companion as swearwords. Insults by raia side of the public were done sometimes; for instance the name of Muhammad being written under a shoe by a shoe manufacturer or the blood, head or other parts of pig’s body which is considered dirty by Muslims were thrown to Muslims’ prayer room or fountains which were used by Muslims for water supply were smeared with them. Prophet Muhammad were identified. In the strong term of the Ottoman Empire, the punishment was execution for attacks against sacreds of Islam; in the weak term, punishments became lighter such as exile, discharge and etc. In the West today, Islam and its sacred values are attacked by the press, cartoons, videos, etc. While there is no digital and mass media back in time, it is seen that this is limited to printing and theater. What is interesting is that in the Ottoman geography, there was no document showing that the people made any attempt to react to these games and other movements staged in the West. Today, especially While hundreds of thousands of people gathered and protested against the insults against Hz. Muhammad, it was necessary to explain the mass media not being widespread in the present period and the lack of news from the events. The Sultan and the Government of Istanbul, on the other hand, demanded the prevention of these defamatory games as the caliph and patron of the Muslims from the countries of the country where the play would be played and generally received a positive result. Within the boundaries of the Ottoman Empire, insults are usually. The prophet was the swearing of the Companions. Insults made by non-Muslim subjects were sometimes written by the name of Muhammad under the shoemaker of a shoe manufacturer; sometimes the blood of the pig, whose head or various organs were accepted by the Muslims as necis, was thrown to the places of worship of Muslims or driven to the fountains where they supplied water. There are many documents similar to the events mentioned in the archive. According to these documents, a number of complaints have been sent to Istanbul from the provinces, and Istanbul has demanded the imprisonment of the people complaining about the complaints. The reason why they were asked to be imprisoned without being massacred politically stems from the fact that a fatwa was taken from the shaykh al-Islam in the direction of the collected evidence and the sultan had to send the command of the slave. The reason why they were asked to be imprisoned without being massacred politically stems from the fact that a fatwa was taken from the shaykh al-Islam in the direction of the collected evidence and the sultan had to send the command of the slave. As a matter of fact, the monk who was imprisoned upon the confirmation of the alleged investigation with a Cezireli monk who was determined to have shown to the Prophet in other documents, was later murdered politically with the sentence coming from İstanbul. Again, a person named Haydar in Corum, was imprisoned because he was insulted prophet. He was later politically murdered. When the state was strong, the penalties for the attacks on the sacred of Islam were generally executed, and when the state began to weaken, this exile turned into milder punishments such as
Muhammet OKUDAN
|468|
bilimname
XXXVIII, 2019/2
CC BY-NC-ND 4.0
dismissal. Sebb-i nebi or sebb-i ashab as an expression of the concept of the Ottoman Empire was used in the period we examine the documents examined. Another issue that is similar to today is related to the introduction of various organs of the pigs, which are forbidden by Muslims, to mosques, which are the places of worship of Muslims. Unfortunately, there have been many incidents that would set an example for this type of insult. Muslims did not remain silent in the face of attacks against their religious values in their own geography and showed their reactions. It is understood that these provocations have been implemented in order to legitimize the direct or indirect operations of the Western states to the Ottoman lands
Osmanlı Devleti kendisini Sünni İslam’ın temsilcisi kabul etmiş İslam’ın kutsal değerlerine gerek toprakları içerisinde gerekse toprakları dışında yapılan hakaretlere karşı çeşitli girişimlerde bulunmuş ve özellikle kendi sınırları içerisinde bu yola tevessül edenlere çeşitli cezalar uygulamıştır. Batı’da Hz. Muhammed’i (SAV) kendi toplumları gözünde küçük düşüren tiyatrolar sahnelenmiş ve çeşitli kitaplar yazılmıştır. Bununla beraber çeşitli eşyalara ve oyun kâğıtlarına lafza-i celal, peygamber ve sahâbe isimleri bastırılmıştır. Avrupa’da meydana gelen bu olaylar karşısında Osmanlı Devleti’nin diplomatik kanalları kullanarak Hz. Muhammed’e ve İslam’a yönelik hakaret içeren oyunları engelleme yoluna gittiği görülmüştür. Girişimler öncelikli olarak olayı haber alan sefaretlerce yapılmış, ancak sefaretlerce yapılan bu girişimlerden sonuç alınamaması durumunda İstanbul’un devreye girmesi için oynatılacak oyun ve yapılan girişimler hakkındaki bilgiler, ilgili makamlara gönderilmiştir. Sultan ve İstanbul Hükümeti ise Müslümanların halifesi ve hamisi olarak hakaret içerikli bu oyunların engellenmesini, oyunun oynatılacağı ülke yönetimlerinden talep etmiş ve genellikle olumlu sonuç almıştır. Osmanlı Devleti sınırları içerisinde ise hakaretler genellikle Hz. Peygambere, sahâbelere küfretmek şeklinde gerçekleşmiştir. Gayrimüslim tebaa tarafından yapılan hakaretler bazen bir ayakkabı imalatçısının kundurularının altına Muhammed ismini yazması, bazen Müslümanlar tarafından necis kabul edilen domuzun kanının, başının veya çeşitli organlarının Müslümanların ibadet yerlerine atılması ya da su temin ettikleri çeşme başlarına sürülmesiyle gerçekleşmiştir. Bununla birlikte doğrudan Hz. Muhammed’e hakaret edenler tespit edilmiştir. Devletin güçlü olduğu dönemlerde İslam’ın kutsalına yapılan saldırılara verilen cezalar genellikle idam olurken devletin zayıflamaya başlaması ile bu sürgün, görevden almak gibi daha hafif cezalara dönüşmüştür.
Conference Presentations by Muhammet OKUDAN
akseki kültür ve tarih sempozyumu, 2022
Books by Muhammet OKUDAN
OSMANLI DÖNEMİ SAMSUN VAKIFLARI, 2017
Uploads
Papers by Muhammet OKUDAN
these criticisms and highlights the issues addressed in the provisions. Some findings reached in the article are as follows: The main task of this institution is to determine prayer times, observe the Ramadan crescent, and determine the Ashraf time.
Moreover, the astrological judgments also include information about the events that will occur within a year. Some sultans cared about carrying out their work in line with the information notes of the chief astrologer, and even requested astrologers
from rulers in different geographies, while some did not care. Those who deal with this science were generally trained in a master-apprentice relationship. However, people from different professional groups emerged who were enthusiastic about
this science, and although it was not their duty to do so, they prepared astrological pamphlets and presented them to the sultans. One of them is Chronicler Naʿīmā Efendi. Naʿīmā, the first official Ottoman chronicler, held various administrative
positions in the late 17th century and early 18th century. Historians who researched the period in which he was dismissed from office twice cited the provisions drawn up by Naʿīmā as the reason for this. Naʿīmā openly shared with the public the
negativities he could detect in these provisions. This caused him to gain the hostility of the administrators of the period. The inferences he made caused him to be dismissed from various positions. However, Naʿīmā continued to write judgments and
used political language in the provisions he prepared for 1712 to return to the high bureaucracy. According to him, this is a science and dealing with this science is not against Islam. The information he provides is far from any claim. For example, he
stated in his treatise that the sultan would healthily continue his life for a long time, that he could have one or two children in 1712, that there were signs of earthquakes and fires from the positions of the planets, but that the probability of those
happening was low. What needs to be done for the state to regain its former power is also mentioned. One of the important issues he focuses on is the navy. To strengthen the navy, he suggested employing talented sailors with clean records and a
sense of duty, and that those who threaten the property and lives of the people by committing piracy should be caught and punished. He emphasized the importance of assigning positions to qualified people in the state bureaucracy and wanted a highlevel position. Therefore, to regain the old glorious days, the bureaucrats appointed to the provinces must be selected from those competent in the job. Again, inspection is important to ensure and maintain stability. The control mechanism should be
activated, those who show incompetence, those who commit corruption and those who oppress the public should be dismissed immediately. He recommended that the state should punish those involved in public order incidents and grant amnesty to
those who had served their sentences and reformed to restore public trust. He focused on the internal reasons for the decline of the state, but did not focus on the external reasons. He also mentioned that positive sciences should be given importance.
Although he did not dwell on the rapid progress of the West, with which the Ottoman Empire was in constant struggle, that is, on the external causes of regression, he emphasized the importance of positive sciences. Although this treatise is a treatise on
provisions, it is similar to advice/Islahatnames in revealing the period's problems and offering solutions. However, no information has been found as to whether it was considered by the sultan of the period
şart koşmuştur. Vakfın muhasebesi ile ilgili Osmanlı öncesi döneme ait herhangi bir belge tespit edilememiştir. Aynı şekilde Osmanlı döneminde de Ebu Şems Zaviyesi ile ilgili bir belgeye rastlanmamıştır. Bununla birlikte yapının Osmanlı döneminde “Vezir Hankahı”, “Vezir Ahmed Paşa Zaviye ve Türbesi” olarak isimlendirildiği anlaşılmıştır. Gerek Ebu Şems gerekse Vezir Ahmed Paşa hakkında detaylı bir bilgi bulunamamıştır. İncelenen muhasebe kayıtlarında vakfa bir takım müdahaleler yapılarak akarların büyük bir kısmına el konulduğu saptanmıştır. 19. Yüzyılın onlarına başarmıştır. 1939 depreminden sonra çekilen fotoğraflarda zaviyenin dış duvarlarının yıkıldığı etrafına baraka şeklinde dükkânların yapıldığı görülmüştür. 1969 yılında eski eser olarak tescil edilen yapı günümüzdeki şeklini 1988 yılında yapılan restorasyondan sonra almıştır. Bu makalede zaviyenin elde edilen vakfiyesi ve muhasebe kayıtları
eğerlendirilerek Tokat’ın dini ve sosyal tarihinin ortaya çıkarılmasına bir
katkı sağlanması amaçlanmıştır. doğru ciddi bir tamirat geçiren zaviye 1939 depremine kadar ayakta kalmayı
Muhammet OKUDAN
|468|
bilimname
XXXVIII, 2019/2
CC BY-NC-ND 4.0
dismissal. Sebb-i nebi or sebb-i ashab as an expression of the concept of the Ottoman Empire was used in the period we examine the documents examined. Another issue that is similar to today is related to the introduction of various organs of the pigs, which are forbidden by Muslims, to mosques, which are the places of worship of Muslims. Unfortunately, there have been many incidents that would set an example for this type of insult. Muslims did not remain silent in the face of attacks against their religious values in their own geography and showed their reactions. It is understood that these provocations have been implemented in order to legitimize the direct or indirect operations of the Western states to the Ottoman lands
Osmanlı Devleti kendisini Sünni İslam’ın temsilcisi kabul etmiş İslam’ın kutsal değerlerine gerek toprakları içerisinde gerekse toprakları dışında yapılan hakaretlere karşı çeşitli girişimlerde bulunmuş ve özellikle kendi sınırları içerisinde bu yola tevessül edenlere çeşitli cezalar uygulamıştır. Batı’da Hz. Muhammed’i (SAV) kendi toplumları gözünde küçük düşüren tiyatrolar sahnelenmiş ve çeşitli kitaplar yazılmıştır. Bununla beraber çeşitli eşyalara ve oyun kâğıtlarına lafza-i celal, peygamber ve sahâbe isimleri bastırılmıştır. Avrupa’da meydana gelen bu olaylar karşısında Osmanlı Devleti’nin diplomatik kanalları kullanarak Hz. Muhammed’e ve İslam’a yönelik hakaret içeren oyunları engelleme yoluna gittiği görülmüştür. Girişimler öncelikli olarak olayı haber alan sefaretlerce yapılmış, ancak sefaretlerce yapılan bu girişimlerden sonuç alınamaması durumunda İstanbul’un devreye girmesi için oynatılacak oyun ve yapılan girişimler hakkındaki bilgiler, ilgili makamlara gönderilmiştir. Sultan ve İstanbul Hükümeti ise Müslümanların halifesi ve hamisi olarak hakaret içerikli bu oyunların engellenmesini, oyunun oynatılacağı ülke yönetimlerinden talep etmiş ve genellikle olumlu sonuç almıştır. Osmanlı Devleti sınırları içerisinde ise hakaretler genellikle Hz. Peygambere, sahâbelere küfretmek şeklinde gerçekleşmiştir. Gayrimüslim tebaa tarafından yapılan hakaretler bazen bir ayakkabı imalatçısının kundurularının altına Muhammed ismini yazması, bazen Müslümanlar tarafından necis kabul edilen domuzun kanının, başının veya çeşitli organlarının Müslümanların ibadet yerlerine atılması ya da su temin ettikleri çeşme başlarına sürülmesiyle gerçekleşmiştir. Bununla birlikte doğrudan Hz. Muhammed’e hakaret edenler tespit edilmiştir. Devletin güçlü olduğu dönemlerde İslam’ın kutsalına yapılan saldırılara verilen cezalar genellikle idam olurken devletin zayıflamaya başlaması ile bu sürgün, görevden almak gibi daha hafif cezalara dönüşmüştür.
Conference Presentations by Muhammet OKUDAN
Books by Muhammet OKUDAN
these criticisms and highlights the issues addressed in the provisions. Some findings reached in the article are as follows: The main task of this institution is to determine prayer times, observe the Ramadan crescent, and determine the Ashraf time.
Moreover, the astrological judgments also include information about the events that will occur within a year. Some sultans cared about carrying out their work in line with the information notes of the chief astrologer, and even requested astrologers
from rulers in different geographies, while some did not care. Those who deal with this science were generally trained in a master-apprentice relationship. However, people from different professional groups emerged who were enthusiastic about
this science, and although it was not their duty to do so, they prepared astrological pamphlets and presented them to the sultans. One of them is Chronicler Naʿīmā Efendi. Naʿīmā, the first official Ottoman chronicler, held various administrative
positions in the late 17th century and early 18th century. Historians who researched the period in which he was dismissed from office twice cited the provisions drawn up by Naʿīmā as the reason for this. Naʿīmā openly shared with the public the
negativities he could detect in these provisions. This caused him to gain the hostility of the administrators of the period. The inferences he made caused him to be dismissed from various positions. However, Naʿīmā continued to write judgments and
used political language in the provisions he prepared for 1712 to return to the high bureaucracy. According to him, this is a science and dealing with this science is not against Islam. The information he provides is far from any claim. For example, he
stated in his treatise that the sultan would healthily continue his life for a long time, that he could have one or two children in 1712, that there were signs of earthquakes and fires from the positions of the planets, but that the probability of those
happening was low. What needs to be done for the state to regain its former power is also mentioned. One of the important issues he focuses on is the navy. To strengthen the navy, he suggested employing talented sailors with clean records and a
sense of duty, and that those who threaten the property and lives of the people by committing piracy should be caught and punished. He emphasized the importance of assigning positions to qualified people in the state bureaucracy and wanted a highlevel position. Therefore, to regain the old glorious days, the bureaucrats appointed to the provinces must be selected from those competent in the job. Again, inspection is important to ensure and maintain stability. The control mechanism should be
activated, those who show incompetence, those who commit corruption and those who oppress the public should be dismissed immediately. He recommended that the state should punish those involved in public order incidents and grant amnesty to
those who had served their sentences and reformed to restore public trust. He focused on the internal reasons for the decline of the state, but did not focus on the external reasons. He also mentioned that positive sciences should be given importance.
Although he did not dwell on the rapid progress of the West, with which the Ottoman Empire was in constant struggle, that is, on the external causes of regression, he emphasized the importance of positive sciences. Although this treatise is a treatise on
provisions, it is similar to advice/Islahatnames in revealing the period's problems and offering solutions. However, no information has been found as to whether it was considered by the sultan of the period
şart koşmuştur. Vakfın muhasebesi ile ilgili Osmanlı öncesi döneme ait herhangi bir belge tespit edilememiştir. Aynı şekilde Osmanlı döneminde de Ebu Şems Zaviyesi ile ilgili bir belgeye rastlanmamıştır. Bununla birlikte yapının Osmanlı döneminde “Vezir Hankahı”, “Vezir Ahmed Paşa Zaviye ve Türbesi” olarak isimlendirildiği anlaşılmıştır. Gerek Ebu Şems gerekse Vezir Ahmed Paşa hakkında detaylı bir bilgi bulunamamıştır. İncelenen muhasebe kayıtlarında vakfa bir takım müdahaleler yapılarak akarların büyük bir kısmına el konulduğu saptanmıştır. 19. Yüzyılın onlarına başarmıştır. 1939 depreminden sonra çekilen fotoğraflarda zaviyenin dış duvarlarının yıkıldığı etrafına baraka şeklinde dükkânların yapıldığı görülmüştür. 1969 yılında eski eser olarak tescil edilen yapı günümüzdeki şeklini 1988 yılında yapılan restorasyondan sonra almıştır. Bu makalede zaviyenin elde edilen vakfiyesi ve muhasebe kayıtları
eğerlendirilerek Tokat’ın dini ve sosyal tarihinin ortaya çıkarılmasına bir
katkı sağlanması amaçlanmıştır. doğru ciddi bir tamirat geçiren zaviye 1939 depremine kadar ayakta kalmayı
Muhammet OKUDAN
|468|
bilimname
XXXVIII, 2019/2
CC BY-NC-ND 4.0
dismissal. Sebb-i nebi or sebb-i ashab as an expression of the concept of the Ottoman Empire was used in the period we examine the documents examined. Another issue that is similar to today is related to the introduction of various organs of the pigs, which are forbidden by Muslims, to mosques, which are the places of worship of Muslims. Unfortunately, there have been many incidents that would set an example for this type of insult. Muslims did not remain silent in the face of attacks against their religious values in their own geography and showed their reactions. It is understood that these provocations have been implemented in order to legitimize the direct or indirect operations of the Western states to the Ottoman lands
Osmanlı Devleti kendisini Sünni İslam’ın temsilcisi kabul etmiş İslam’ın kutsal değerlerine gerek toprakları içerisinde gerekse toprakları dışında yapılan hakaretlere karşı çeşitli girişimlerde bulunmuş ve özellikle kendi sınırları içerisinde bu yola tevessül edenlere çeşitli cezalar uygulamıştır. Batı’da Hz. Muhammed’i (SAV) kendi toplumları gözünde küçük düşüren tiyatrolar sahnelenmiş ve çeşitli kitaplar yazılmıştır. Bununla beraber çeşitli eşyalara ve oyun kâğıtlarına lafza-i celal, peygamber ve sahâbe isimleri bastırılmıştır. Avrupa’da meydana gelen bu olaylar karşısında Osmanlı Devleti’nin diplomatik kanalları kullanarak Hz. Muhammed’e ve İslam’a yönelik hakaret içeren oyunları engelleme yoluna gittiği görülmüştür. Girişimler öncelikli olarak olayı haber alan sefaretlerce yapılmış, ancak sefaretlerce yapılan bu girişimlerden sonuç alınamaması durumunda İstanbul’un devreye girmesi için oynatılacak oyun ve yapılan girişimler hakkındaki bilgiler, ilgili makamlara gönderilmiştir. Sultan ve İstanbul Hükümeti ise Müslümanların halifesi ve hamisi olarak hakaret içerikli bu oyunların engellenmesini, oyunun oynatılacağı ülke yönetimlerinden talep etmiş ve genellikle olumlu sonuç almıştır. Osmanlı Devleti sınırları içerisinde ise hakaretler genellikle Hz. Peygambere, sahâbelere küfretmek şeklinde gerçekleşmiştir. Gayrimüslim tebaa tarafından yapılan hakaretler bazen bir ayakkabı imalatçısının kundurularının altına Muhammed ismini yazması, bazen Müslümanlar tarafından necis kabul edilen domuzun kanının, başının veya çeşitli organlarının Müslümanların ibadet yerlerine atılması ya da su temin ettikleri çeşme başlarına sürülmesiyle gerçekleşmiştir. Bununla birlikte doğrudan Hz. Muhammed’e hakaret edenler tespit edilmiştir. Devletin güçlü olduğu dönemlerde İslam’ın kutsalına yapılan saldırılara verilen cezalar genellikle idam olurken devletin zayıflamaya başlaması ile bu sürgün, görevden almak gibi daha hafif cezalara dönüşmüştür.