Doç. Dr. Ali Burak DARICILI
Following a 15 years long career as a Security and Intelligence Advisor in the Prime Ministry of Turkey, I have made a shift in my career in September, 2014 and began to improve my academic career in security, intelligence, cyber security, artificial intelligence, and terrorism.
Serving as a a Security and Intelligence Advisor for the goverment helped me to improve my operational skills, whereas working as an analyst equipped me with the sense of strategic thinking and planning. All through my service, I have had the chance to get familiar with different nations and cultures.
I am an associate professor at the Department of International Relations in the Faculty of Humanities and Social Sciences of Bursa Technical University. I have written a book named “Cyber Space and Cyber Security; Comparative Analysis of the US and Russian Cyber Security Strategies” and several researches about cyber security, cyberspace, terrorism, security and intelligence.
In 2017, for the first time, I have taught a course named “Politics of Cyber Security” in the department of International Relations at a university in Turkey.
Address: Ankara / Türkiye
Serving as a a Security and Intelligence Advisor for the goverment helped me to improve my operational skills, whereas working as an analyst equipped me with the sense of strategic thinking and planning. All through my service, I have had the chance to get familiar with different nations and cultures.
I am an associate professor at the Department of International Relations in the Faculty of Humanities and Social Sciences of Bursa Technical University. I have written a book named “Cyber Space and Cyber Security; Comparative Analysis of the US and Russian Cyber Security Strategies” and several researches about cyber security, cyberspace, terrorism, security and intelligence.
In 2017, for the first time, I have taught a course named “Politics of Cyber Security” in the department of International Relations at a university in Turkey.
Address: Ankara / Türkiye
less
Related Authors
Barış Özdal
Uludag University
Tuba Eldem
University of Toronto
Sarmad Ali Khan
Bahria University, Islamabad-Pakistan
şerife karadağ
Selcuk University (Selçuk Üniversitesi)
Kamil Tarhan
Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi / Social Sciences University of Ankara
InterestsView All (30)
Uploads
Papers by Doç. Dr. Ali Burak DARICILI
Ali Burak Darıcılı explores the changing structure of global intelligence with the following concepts and terminology: technology-centered development, the increasing cyber espionage capacity of intelligence services, the developing relations between intelligence services and private intelligence companies, new-generation threats and risks that emerge with the rise of social media, open-source intelligence (OSINT) collection methods, and the concept of intelligence diplomacy.
tanımlamalar aynı noktaları işaret etmektedir. Söz konusu hususlarsa bir hedef aktör ve hedef
konu ile ilgili istihbarat ihtiyaçlarının belirlenmesi, bu kapsamda bilgilerin çeşitli
kaynaklardan toplanması, analiz edilmesi ve karar vericiye sunulması şeklindeki süreç
kapsamında şekillenmektedir. Bu süreç, aynı zamanda klasik bir yaklaşım ile tanımlanmış
istihbarat çarkı modelini de ortaya koymaktadır. Bununla birlikte bir istihbarat servisinin icra
ettiği olağan faaliyetleri dikkate alındığında, istihbarat kavramı ile ilgili olarak literatürde bu
şekilde yapılan tanımlamaların, bahse konu faaliyetlerin mahiyetini tam olarak içermediği
görülmektedir. Bu nedenle de istihbarat kavramının tanımı yapılmak istenirken, bir istihbarat
servisinin icra ettiği tüm faaliyetlerin içeriğinin de değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu
kapsamda bu çalışmada Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT) Başkanlığı’nın resmi görev
tanımlaması kapsamında bir istihbarat servisinin icra etmekte olduğu olağan faaliyetleri somut
örneklendirmeler yapılmak suretiyle analiz edilecektir. Bu analiz neticesinde ise istihbarat ve
istihbari faaliyetler kavramları arasındaki fark, ortaya konulacaktır.
Ali Burak Darıcılı explores the changing structure of global intelligence with the following concepts and terminology: technology-centered development, the increasing cyber espionage capacity of intelligence services, the developing relations between intelligence services and private intelligence companies, new-generation threats and risks that emerge with the rise of social media, open-source intelligence (OSINT) collection methods, and the concept of intelligence diplomacy.
tanımlamalar aynı noktaları işaret etmektedir. Söz konusu hususlarsa bir hedef aktör ve hedef
konu ile ilgili istihbarat ihtiyaçlarının belirlenmesi, bu kapsamda bilgilerin çeşitli
kaynaklardan toplanması, analiz edilmesi ve karar vericiye sunulması şeklindeki süreç
kapsamında şekillenmektedir. Bu süreç, aynı zamanda klasik bir yaklaşım ile tanımlanmış
istihbarat çarkı modelini de ortaya koymaktadır. Bununla birlikte bir istihbarat servisinin icra
ettiği olağan faaliyetleri dikkate alındığında, istihbarat kavramı ile ilgili olarak literatürde bu
şekilde yapılan tanımlamaların, bahse konu faaliyetlerin mahiyetini tam olarak içermediği
görülmektedir. Bu nedenle de istihbarat kavramının tanımı yapılmak istenirken, bir istihbarat
servisinin icra ettiği tüm faaliyetlerin içeriğinin de değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu
kapsamda bu çalışmada Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT) Başkanlığı’nın resmi görev
tanımlaması kapsamında bir istihbarat servisinin icra etmekte olduğu olağan faaliyetleri somut
örneklendirmeler yapılmak suretiyle analiz edilecektir. Bu analiz neticesinde ise istihbarat ve
istihbari faaliyetler kavramları arasındaki fark, ortaya konulacaktır.
Devrimi öncesinde de balistik füze programı için gerekli teknolojiye sahip olan İran,
Devrim sonrasında Batı ile bozulan ilişkileri nedeniyle bahse konu teknolojilere
erişmekte zorlanmaktadır.
İran, 1980-1988 İran-Irak Savaşı döneminde uzun menzilli füze kapasitesini önemli
ölçüde artırmış, günümüze gelinceye kadar da birçok füze projesini hayata
geçirmiştir. Her ne kadar İran tarafından dünya kamuoyuna zaman zaman test edilen
füzeler ile ilgili haber ve görüntüler servis edilse de bu sistemlerin ne kadarının
gelişmiş kapasite, menzil ve donanıma sahip olduğu bilinmemektedir.
Balistik füze sistemleri olan bir devletin, ülkesine yönelik saldırılara karşı ciddi bir
caydırıcılık unsuruna sahip olduğu açıktır. İran’ın günümüzde sürdürmekte olduğu
nükleer programı ile balistik füze programı birbirleriyle uyumlu bir şekilde
geliştirilmektedir. Bu durum da Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve müttefiklerinin
Ortadoğu’daki çıkarları için tehdit oluşturmaktadır. Bununla birlikte bahse konu bu
füze sistemleri zaman zaman İran ile irtibatı olan radikal Şii milisler ve gruplar
tarafından da Ortadoğu’da çatışma bölgelerinde kullanılmaktadır.
Sonuç olarak bahse konu bilgiler kapsamında, bu çalışmada İran’ın ülke
savunmasının temini ve Şii rejiminin geleceği açısından hayati öneme sahip olan uzun
menzilli füze sistemleri geliştirmeye yönelik stratejisi analiz edilecektir. Bu analiz
dahilinde ise İran’ın tüm ambargo ve uluslararası tepkilere rağmen bahse konu milli
füze programını geliştirmekten vazgeçmeyeceği iddiası savunulacaktır.
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) tarafından, 20 Ocak 2018 tarihinde
Suriye’nin kuzeybatısında yer alan Afrin bölgesine yönelik olarak terör örgütü
Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ve PKK ile irtibatlı unsurları Türk sınırlarından
uzaklaştırmak, bölgeden Türkiye’ye yönelik gerçekleşen saldırıları engellemek,
bölgede huzur ve güvenliği sağlamak amacıyla Zeytin Dalı Harekâtı başlatılmıştır.
Öte yandan harekât TSK tarafından Türkiye’nin uluslararası hukuktan
kaynaklanan meşru müdafaa hakkı kapsamında planlanmış ve Suriye’nin toprak
bütünlüğüne saygı çerçevesinde icra edilmiştir. Zeytin Dalı Harekâtı 58. gününde,
yani 19 Mart 2018 tarihinde Afrin şehir merkezinin TSK ve Özgür Suriye Ordusu
(ÖSO)'nun kontrolüne geçmesiyle birlikte temel hedefine ulaşmıştır.
Bunlarla birlikte TSK, harekât boyunca sivil kayıpları azaltmak amacıyla
gösterdiği üstün gayrete rağmen, PKK unsurlarının manüpülasyonları kapsamında
uluslararası medyada karalanmaya çalışılmış ve sivilleri hedef alan saldırılar
gerçekleştirmekle suçlanmıştır. Bu karalama ve dezenformasyon faaliyetleri ise
ağırlıklı olarak günümüzde en etkili enformasyon strateji enstrümanı haline gelen
sosyal medya üzerinden gerçekleştirilmiştir. Bahse konu faaliyetler için sosyal
medyanın kullanılma tercihi ise temelde sosyal medyanın etkili, hızlı, maliyeti
düşük ve esnek bir şekilde bilgiyi hedef kitleye ulaştırma özelliğine sahip
olmasından kaynaklanmıştır.
Bu kapsamda, çalışmada öncelikle sosyal medyanın bir enformasyon
stratejisi enstrümanı olarak terör örgütleri tarafından nasıl kullanıldığı irdelenecek,
akabinde ise Zeytin Dalı Harekâtı’na yönelik PKK unsurlarınca sürdürülen
dezenformasyon faaliyetleri örnekleri ile analiz edilecektir.
beginning to be seen as a new opportunity by states to develop
their military capacities. In this context, the states have
made considerable efforts to develop their cyber security
strategies for defense and offensive purposes especially after
the 2000s.
The cyber space that we can call as a human-made digital
area is dominated by the United States (USA), the Russian
Federation (RF) and the People's Republic of China (PRC),
which are the dominant forces in the international system,
together with the plans, strategies and technologies they
have developed so far.
Within this systemic structure, which I generally and abstractly
convey, Iran, like many other regional power states,
efforts to develop her cyber security capacity, especially in
the direction of attack. It is also clear that Iran is stepping up
her efforts after the 2010 Stuxnet Attack, which is allegedly
prepared by the USA and Israel, and which targets her nuclear
power development program.
From a theoretical point of view, the claim that the attack is
superior to the defense in cyberspace has been on the agenda
for a long time in cyber security studies. In this respect, it
should also be considered in this agenda that the USA,
which has a highly developed cyber defense and attack capacity,
points out Iran, which is a weak cyber force compared
to the US, with official security documents as a serious
cyber threat. Despite the absence of dominant actors in the
international system such as the US, RF or PRC, Iran has
been seriously developing her capacity for especialyy cyber
attacks with measures taken after 2010. In this respect, despite
the relatively low economic efficiency and the decline in
technology production relative to the dominant actors, Iran
is an important regional cyber force in the international system,
and as such can be considered as a practical example of
the claim that attack is superior to defense in cyber space.
In this context, the study will first evaluate the theoretical
claim that the attack is superior to the defense in cyber space.
Following the theoretical framework, the Iranian cyber security
strategy will be analyzed, especially with a focus on the
Keywords: Iran, Cyber Security, Cyber Space.
------------------------------------------------------------------------------------------------------
ÖZET
Siber uzay merkezli teknolojik gelişmeler günümüzde devletler
tarafından askeri kapasitelerini geliştirme noktasında
yeni bir fırsat olarak görülmeye başlanmıştır. Bu kapsamda
devletler özellikle 2000’li yıllar sonrasında siber güvenlik
stratejilerini savunma ve saldırı amaçlı olarak geliştirmek
adına ciddi gayret içerisinde olmuşlardır.
İnsan eliyle yapılmış dijital bir alan olarak adlandırılabileceğimiz
siber uzayı, uluslararası sistemin başat güçleri konumunda
olan Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Rusya Federasyonu
(RF) ve Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC)’nin ortaya
koydukları planlamalar ve stratejiler ile birlikte geliştirdikleri
teknolojilerle domine ettikleri ileri sürülebilecektir.
Genel ve soyut olarak aktardığımı bu sistemik yapı içerisinde
diğer pek çok bölgesel güç konumunda ki devlet gibi İran
da siber güvenlik kapasitesini özellikle saldırı yönünde geliştirmeye
gayret etmektedir. İran’ın bahse konu gayretlerinin
ise ABD ve İsrail tarafından hazırlandığı iddia edilen ve nük|
53
leer güç geliştirme programını hedef alan 2010 tarihli
Stuxnet Saldırısı sonrasında hızlandığı da açıktır.
Teorik açıdan bakıldığında ise saldırının siber uzayda savunmaya
karşı üstün olduğu şeklindeki iddia, siber güvenlik
çalışmalarında öteden beri gündemde bulunmaktadır. Bu
itibarla ABD gibi siber savunma ve saldırı kapasitesi son
derece gelişmiş olan bir devletin kendisine kıyasla zayıf bir
siber güç olan İran’ı açıkça ciddi bir siber tehdit olarak resmi
güvenlik belgelerinde işaret etmesi de bu gündem kapsamında
ele alınmalıdır. Bu çerçevede ABD, RF veya ÇHC gibi
uluslararası sistemde başat bir aktör olmamasına rağmen
İran’ın 2010 yılından sonra aldığı tedbirler ile siber saldırı
kapasitesini ciddi olarak artırdığı ortadadır. Bu itibarla da
söz konusu başat aktörlere göre göreli düşük ekonomik etkinliği
ve teknoloji üretiminde ki geriliğine rağmen İran,
uluslararası sistemde önemli bir bölgesel siber güç konumundadır
ve bu haliyle de siber uzayda saldırının savunmaya
karşı üstünlüğü iddiasının pratik bir örneği olarak ele
alınabilir.
Bu bağlamda çalışmada öncelikle siber uzayda saldırının
savunmaya karşı üstün olduğu şeklindeki teorik iddia irdelenecektir.
Teorik çerçevenin ardından ABD’nin İran’a yönelik
siber tehdit algılamaları ele alınarak İran’ın siber güvenlik
stratejisi özellikle 2010 Stuxnet Saldırı sonrası döneme
odaklanmak suretiyle analiz edilecektir.
Anahtar Kelimeler: İran, Siber Güvenlik, Siber Uzay.
müzde siber uzayı domine eden en önemli siber güçlerden biridir. ABD’nin siber gücünün temelinde ise
önemli ölçüde Soğuk Savaş dönenimde Sovyetler Birliği ile girdiği askeri rekabetin bir sonucu olarak
geliştirdiği ağ teknolojilerinin yeni nesil türevleri bulunmaktadır.
ABD, Soğuk Savaş sonrası dönemde giderek ticarileşen ve sivilleşen internet tabanlı teknolojilerin katkısıyla
siber uzayda sahip olduğu üstünlüğü 2000’li yılların ilk dönemlerine kadar sürdürebilmiştir. Daha
sonrasında ise başta Rusya Federasyonu (RF) olmak üzere, Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC), İran, Kuzey Kore
ve Hindistan gibi potansiyel rakip devletlerin siber kapasitelerini geliştirmelerine bağlı olarak ABD’nin
siber uzaydaki rakipsiz gücü de nispeten sarsılmıştır. Anlaşılacağı üzere 1990-2000 yılları arasında giderek
sivilleşen internet kaynaklı teknolojileri daha çok ticari ve kültürel hegemonyasının devamı kapsamında
yeni bir fırsat olarak okuyan ABD, 2000’li yıllar ile birlikte söz konusu devletlerin artan siber saldırı
kapasitesi karşısında bu yaklaşımını değiştirmek zorunda kalmıştır. Bu itibarla ABD için siber uzay alanı
merkezli teknolojilerin, artık daha çok askeri kapasitesini saldırı ve savunma yönünde geliştirme noktasında
yeni bir fırsat olarak görüldüğü de iddia edilebilir.
Bu kapsamda söz konusu çalışmamızda öncelikle ABD’nin Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği ile
girdiği askeri rekabetin bir sonucu olarak geliştirdiği siber kapasitesi kronolojik bir bakış açısıyla ele
alınarak, günümüz ağ teknolojilerin temelleri ortaya konacaktır. Akabinde 1990’lı yıllar ile birlikte ortaya
koymaya başladığı başkanlık emirleri ve siber güvenlik belgeleri irdelenmek suretiyle, ABD’nin siber
güvenlik stratejisi değerlendirilecektir. Son olarak ise ABD’nin siber saldırı ve savunma kapasitesinde
rol oynayan güvenlik ve istihbarat yapılanmalarının fonksiyonları ele alınarak, ABD’nin siber güvenlik
stratejisini oluşturan enstrümanlar analiz edilmeye çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Siber Uzay, Siber Güç, Siber Strateji, Siber Kapasite, ABD
Edward Snowden adlı otuz yaşındaki Amerikalı genci konuşmaya
başlamıştır. Snowden’i bir anda dünya gündemine taşıyan olay
ise Ulusal Güvenlik Ajansı (National Security Agency / NSA)’ndaki
görevi kapsamında elde ettiği gizli bilgileri The Guardian Gazetesi
yetkililerine vermesi ve bu belgelerin bir kısmının yayınlanmasıdır.
Snowden tarafından sızdırılan bilgiler tüm dünyada adeta bir deprem
etkisi yaratmıştır. Bunun üzerine Amerika Birleşik Devletleri
(ABD), ilk etapta Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC)’den koruma isteyen
Snowden’i bu ülkeden istemiştir. ÇHC, ilk olarak ABD’nin iade talebine
direnmiştir. Daha sonra ABD tarafından gelen yoğun baskılara
dayanamayan ÇHC yönetimi Snowden’in Hong Kong’tan ayrılmasını
sağlayarak, anılanı Rusya Federasyonu (RF)’na göndermiştir. Uzun
bir süre RF’de Sheremetyevo Uluslararası Havalimanı’nın transit
yolcu bölümünde kalan Snowden, daha sonra RF’den sığınma
talebinde bulunmuş ve bu talebi kabul edilmiştir. Bu gelişme ise
ABD ve RF arasındaki ilişkilerin ciddi bir şekilde gerilmesine neden
olmuştur.
Diğer yandan bu olay, söz konusu dönemden bu yana uluslararası
kamuoyunda ağırlıklı olarak magazinsel ve dinleme skandalı boyutuyla
ele alınmaktadır. Gerçekte ise bahse konu olayın arka planında
günümüz ağ teknolojilerinin temelini oluşturan Soğuk Savaş dönemi
ABD ve Sovyetler Birliği askeri rekabetinin izleri bulunmaktadır.
Bu çerçevede bu çalışmada Snowden Olayı’nı tüm yönleriyle
irdelenerek, RF ve ABD arasındaki siber mücadele reelpolitik bir
perspektifle analiz edilmeye çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Rusya Federasyonu, Amerika Birleşik Devletleri,
Edward Snowden Olayı, Ulusal Güvenlik Ajansı, Siber Mücadele
----------------------
The world public began to intensely talk about a 30-year-old American
named Edward SNOWDEN after May 20, 2013. The case that
brought Snowden to the world agenda is the submission of the
confidential information obtained by the National Security Agency
(NSA) within the scope of his duties to the authorities in Guardian
Newspaper and the publication of some of these documents.
The information leaked by Snowden has created an almost earthquake
effect all over the world. Upon this, the United States of
America (the USA), in the first step, demanded Snowden who requested
protection from the People’s Republic of China (PRC) from
this state. The PRC initially refused the demand of the USA. Later,
the PRC administration, unable to withstand intense pressure from
the United States, sent Snowden to Hong Kong, leaving him to the
Russian Federation (RF). Snowden, who had been in the transit
passenger section of the Sheremetyevo International Airport for
a long time in RF, then requested RF asylum and this request was
accepted. This development has led to a serious deterioration of
relations between the USA and the RF.
On the other hand, this case has been evaluated mainly in terms of
magazine and listening scandal in the international public opinion
during that period. In fact, the backdrop of the subject is the traces
of the Cold War-era the USA and Soviet Union military rivalries,
which form the basis of modern networking technologies. In this
context, this study will try to evaluate the Snowden Case in all its
aspects and the cyber struggle between RF and US will be tried to
be analyzed in a reelpolitical perspective.
Keywords: The Russian Federation, The United States of America,
Edward Snowden Case, National Security Agency, Cyber Struggle
Soğuk Savaş sonrası dönemde, özellikle de 1990‟lı yılların ikinci yarısı ile birlikte internetin sivilleşme ve ticarileşme sürecinin hızlanmasının bir sonucu olarak siber uzay olarak adlandırılan alanda başta Amerika Birleşik Devletleri (ABD) olmak üzere tüm devletlerin etkinlik kurmaya yönelik planlamaları artmıştır.
ABD‟nin de siber saldırı kapasitesini geliştirme hedefi kapsamında söz konusu dönem ile birlikte mevcut istihbarat ve güvenlik kurumlarında siber faaliyetler planlayabilen yapılanmalar oluşturmuş, ayrıca siber savunmasını sağlaştırmak adına yeni örgütlenmeler tesis etmiştir.
Bu kapsamda çalışmada, Federal Araştırma Bürosu (Federal Bureau of Investigation / FBI), ABD Merkezi Haber Alma Servisi (Central Intelligence Agency / CIA), ABD İç Güvenlik Bakanlığı (United States Department of Ho-meland Security / DHS), Siber Komutanlık (CYBERCOM) ve Ulusal Güvenlik Ajansı (National Security Agency / NSA) isimli örgütlenmelerin yetki, sorumluluk ve faaliyetleri irdelenerek, ABD‟nin siber savunma ve saldırı kapasitesinde rol oynayan kurumsal yapılanmaları analiz edilecektir.
Anahtar Kelimeler: Amerika Birleşik Devletleri, Siber Uzay, Siber Kapasite.
---------------------------
THE ANALYSIS OF INSTITUTIONAL STRUCTURES THAT PLAY A ROLE IN THE CYBER CAPACITY OF THE UNITED STATES OF AMERICA
Abstract
In the post-Cold War era, especially in the second half of the 1990's, the planning of all states, especially the United States of America (USA) have inc-reased in order to establish the activity in the area which is called cyber space asa result of the acceleration of the internet's process of civilization and commercialization.
Within the scope of the goal of developing the cyber attack capacity of the USA, it is seen that the USA has established new structures which are ca-pable of planning cyber activities in the the existing intelligence and security institutions and also constituted new organizations in order to strengthened her defense capacity.
In this context, institutional structures that play a role in the USA's capa-city for cyber defense and attack will be analyzed by examining the authorities, responsibilities and activities of the Federal Bureau of Investigation (FBI), Central Intelligence Agency (CIA), United States Department of Homeland Security (DHS), Cyber Command (CYBERCOM) and the National Security Agency (NSA) in this study.
Key words: The United States of America, Cyber Space, Cyber Capacity.
ABSTRACT/ÖZET
Rusya Federasyonu (RF) ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) arasındaki siber mücadelenin kökenleri, iki devletin Soğuk Savaş dönemi boyunca tecrübe ettikleri askeri rekabetin ortaya çıkardığı teknolojik gelişmelere dayandırılabilir.
RF ve ABD arasında yaşanmakta olan siber mücadelenin, 1982 yılında “Sibirya Doğal Gaz” hattının ABD tarafından “mantık bombası” denilen bir kötü yazılım ile patlatılması iddiası başladığı, son olarak ise “ABD Başkanlık Seçim Süreci’nin” Rus İstihbarat Servisleri (RİS) tarafından siber saldırı operasyonları ile manipüle edildiğine dair iddialar ile günümüzde de devam ettiği ifade edilebilecektir.
Bu kapsamda bu makalede, RF ve ABD arasında karşılıklı olarak meydana geldiği iddia edilen siber saldırı vakaları irdelenmek suretiyle, iki devletin siber savunma ve saldırı kapasiteleri ile güncel siber güvenlik stratejilerini oluşturan enstrümanlarının analiz edilmesi, böylelikle de iki
ülke arasındaki siber mücadelenin gelecek dönem seyri hakkında bir perspektif sunulabilmesi amaçlanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: RF, ABD, Siber Mücadele, Siber Savunma, Siber Saldırı
Genel anlamda NATO‘nun kuruluşundan günümüze kadar geçen dönemde, ittifakın stratejik yaklaşımının dört belirgin evreden geçtiği söylenebilir:
1- Soğuk Savaş Dönemi (1949-1991)
2- Soğuk Savaş'tan Hemen Sonraki Dönem (1991-2001)
3- 11 Eylül 2001 Sonrası Güvenlik Ortamı (2001-2010)
4- NATO‘nun Lizbon Zirve Deklarasyonu ve kabul edilen yeni Stratejik Konsept.
19-20 Kasım Lizbon Zirve Toplantısı‘ndan sonra yayımlanan Deklarasyon ise ittifak üyesi Devlet ve Hükümet Başkanları‘nın Soğuk Savaş‘tan bu yana, özellikle 11 Eylül sonrasından günümüze kadar karşılaşılan güvenlik sorunlarına bakış açılarını ortaya koymaktadır. Deklarasyon‘da yer alan ilgi çekici konuların başında ise siber tehditlerin hızla artması sebebi ile taarruzlara karşı siber güvenliğin sağlanması konularının NATO stratejileri içinde yer almasıdır. Siber savunma kapsamında bu tür saldırıların tespiti, değerlendirilmesi, önlenmesi, saldırı sonrası sistemlerin geri ka-zanımı konularının merkezi siber korunma yeteneği kapsamında ele alınması planlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: NATO, 11 Eylül, Güvenlik Stratejisi, Lizbon Deklarasyonu, Siber Güvenlik
Abstract
In general, it can be said that there are four phases in the strategic ap-proach of NATO from its establishment to today.
1- The Period of the Cold War (1949-1991)
2- The Period just after the Cold War (1991-2001)
3- The Security Period after September 11 (2001-2010)
4- The New Strategic Concept adopted and the Declaration of Lisbon Summit of NATO
The declaration issued in Lisbon Summit on 19-20 November set a look of the state and government presidents that are member of the alliance about the security problems met since the Cold War, especially after September 11. One of the most outstanding issues in the declaration was to form the framework of cyber security against the cyber attack deepened by the increase of cyber threats in the strategies of NATO. Detecting, evaluating and preventing such attacks within cyber defense were taken into consideration in a plan aiming to recover the systems after attacks.
Key Words: NATO, September 11, The Strategy of Security, Lisbon Declaration, Cyber Security
ÖZET
“Terör” sözü latince “terere” kelimesinden türemektedir ve korku salmak, dehşete düşürmek, yıldırmak anlamındadır. İnsanlık tarihi boyunca siyasal, dinsel veya ekonomik hedeflere ulaşmak amacıyla sivillere; resmî, yerel ve genel yönetimlere yönelik baskı, yıldırma ve her türlü şiddet içeren bir yöntem olarak karışımıza çıkan terörizm, Devlet’ül Irak ve’ş Şam (DAEŞ) tarafından kullanılan yeni teknik ve eylemler şekilleriyle, bugüne kadar görülmemiş bir boyuta ulaşmıştır.
DAEŞ’in planladığı terör faaliyetlerinin geçmişte terör örgütleri tarafından kullanılan yöntemlerden en temel farkı, bu eylemlerin vahşi ve acımasız yanının sosyal medya olanaklarını kullanmak suretiyle küresel ölçekte insanları baskı altına alma amacıyla bir enformasyon savaş tekniği olarak kullanılabilmesidir. Bu bağlamda oluşturulan korku senaryoları ile DAEŞ’in, Musul’u Irak Ordusu’ndan neredeyse hiç savaşmadan 10 Haziran 2014 tarihinde bir gün içinde teslim alabildiği hatırlanmalıdır.
DAEŞ’in sosyal medyayı etkili bir enformasyon savaş tekniği olarak kullanabilmesinde, sosyal medya olanaklarına ulaşmanın herkes için kolay, hızlı, aynı anda ve çok kısa sürede yönlendirilebilir ve coğrafi sınır tanımayan yapısının etkili olduğu da açıktır. Bu bağlamda çalışmamızda günümüzde sosyal medyanın bir enformasyon savaş tekniği olarak nasıl kullanılabildiği irdelenecek ve DAEŞ’in sosyal medya imkânlarından azami ölçüde faydalanan yeni nesil terör stratejisi, somut örnekleri ile birlikte analiz edilecektir.
Anahtar Kelimeler: Enformasyon Savaşı, Sosyal Medya, DAEŞ
ANALYSIS OF EMPLOYMENT OF SOCIAL MEDIA AS AN INFORMATION WARFARE TECHNIQUE WITHIN THE CONTEXT OF THE ACTIVITIES OF TERROR ORGANIZATION DAES
Abstract:
The word "terror" derives from the word "terere" in Latinand it means to inflict fear, horror, or to intimidate someone.Terrorism which we have encountered throughout the history of mankindas a method which comprised of pressure, intimidation and all kinds of violence aimed towards civilians, official, local and general governments in order to achieve political, religious or economic targets, has reached today dimensions unsurpassed until our present day due to techniques and mode of actions employed by the State of Iraq and Damascus (DAES).
The most basic difference between the terror activities planned by DAES and the terror activities which had been planned by the terror organizations in the past is the capability to employ brutal and merciless side of these actions in order to suppress people on a global scale by employingsocial media facilities as an information warfare technique. Within this context, it should be kept in mind that DAES, because of the horror scenarios which had been created, was able to take over Mosul from the Iraqi Army in one single day, on 10 June 2014, without fighting almost one single battle.
It is very clear that reaching social media capabilities by everyone being easy, fast and directing it at the same moment and in a very short time period, together with its structure which is not limited with geographical boundaries is most effective in enabling DAES to employ social media as an affective information warfare technique.Within this context, how the social media is used as an information warfare technique will be explicated in our study and new generation terror strategy of DAES which employs the social media capabilities at the maximum level will be analyzed, together with concrete examples.
Key Words: Information Warfare, Social Media, DAES
Diğer taraftan bu kitap istihbaratta zekanın ön planda olduğunu ve aynı zamanda istihbaratın entelektüel bir faaliyet olduğunu da göstermeyi hedeflemektedir. Bu hedefin belirlenme-sinin temel nedeni istihbarat servisleri ve istihbari faaliyetler ile ilgili kamuoyunun genelinde hâkim olan olumsuz kanaattir. Söz konusu olumsuz kanaat ise temel itibariyle Soğuk Savaş döneminde süre gelen istihbari faaliyetlerin, genel itibariyle anti-demokratik usul ve metotları içermesinden ve istihbaratı sürekli bir gizem, komplo teorileri ve hareket/macera esasına göre tanıtan filmler, diziler ve diğer yayınlardan kaynaklanmaktadır.
Bu noktadan hareketle Türkiye’nin yanı sıra dünyanın hemen hemen her ülkesinde istihbarat kelimesine yönelik olarak halk arasında negatif ve önyargılı bir bakış açısının olduğu rahatlıkla ifade edilebilir. Ayrıca istihbarat kavramı, sıradan insanların önemli bir kısmı arasında yaptığı olumsuz çağrışımlar nedeniyle, sıklıkla kullanılmaktan kaçınılan bir kelime olarak da değerlendiril-mektedir. Çünkü bu kavram hayatın günlük rutini içinde yaşayan insanlar için bilinmezliği ve tehlikeyi temsil etmektedir. İster demokratik ister totaliter bir rejim ile yönetilsin, toplumlar için istihbarat, devletin bir baskı aracı olarak görülmektedir ve bu kavrama karşı doğal olarak ön yargı hissedilmektedir.
Öte yandan istihbarat kavramı entelektüel bir aktivitedir. Bu entelektüel aktivite ise zekâ ile planlanan faaliyetlerin bir bütünüdür. İstihbari faaliyetlere olumsuz anlamlar yüklemek, bu kavramı özellikle ülkemizde sürekli olarak komplo teorileri ve özel kuvvet operasyonları ile ilişkilendirmek, kavramın temel anlamına ve yaklaşımlarına aykırıdır. Bu itibarla, istihbaratı analitik ve pratik zekâ ile planlanan, gerektiğinde sabırla ve disiplinle sonuca ulaşmak için üstün entelektüel kabiliyetlerin sergilendiği, tüm bu süreçlerinde sofistike ve son derece gelişmiş teknolojik imkânlarla desteklendiği bir süreç olarak kabul etmek gerekmektedir.
Bu çerçevede yukarıda ifade edilen değerlendirmelerden hareketle, kitapta istihbarat ile ilgili bazı temel tanımlar ve istihbarat çarkı modelleri ile espiyonaj, kontr/espiyonaj, kontr/ terörizm, özel/örtülü faaliyetler, stratejik istihbarat, istihbarat diplomasisi kavramları analiz edilmiştir. Bunların yanı sıra bu çalışmada istihbarat teorisi, istihbaratın ilke ve prensipleri, istihbarat etiği, istihbaratın denetimi ve gözetimi, devlet sırrı kavramı, haber toplama teknikleri, istihbarat çeşitleri, HUMINTkavramı, teknoloji ve istihbarat etkileşimi, bu çerçevede de siber espiyonaj, siber saldırı, siber terörizm, yapay zeka ve istihbarat, kripto para ve istihbarat ilişkisi, kitle kaynak kullanımı, açık kaynak istihbaratı, Büyük Veri, Karanlık ve Derin İnternet kavramları ve özel istihbarat şirketleri ile ilgili de değerlendiril-melerde bulunulmuş ve söz konusu hususlar hakkındaki güncel tartışmalara değinilmiştir.
Bahse konu değerlendirme ve tartışmalar ise tamamen açık kaynaklarda yer alan bilgilere, kamuoyuna açık resmî belge/ dokümanlara ve saygın akademik yayınlara atıf yapılarak kaleme alınmıştır. Bu kapsamda kitabımızın evrensel akademik kriterlere uygun ve saygın bir eser olarak istihbarat ile ilgili akademik çalışma yapan insanlara, temel kaynak kitabı olması da hedeflenmiştir. Bununla birlikte kitapta basit ve sade bir dil kullanılarak, çalışmanın ağır akademik metinler içermemesine özen gösterilmiştir. Bu özenin nedeni ise akademik geçmişi olmayan, ancak istihbarat kavramına merak ve ilgili duyan insanların da kitabı rahatlıkla okuyup, değerlendirebilmesine zemin yaratma amacından kaynaklanmıştır.
Bu amaçtan hareketle, yine benzer şekilde açık kaynaklara yansıyan bilgilerden istifade etmek suretiyle gerçek vaka analizleri ile kitapta yer alan tüm akademik değerlendirmelerin daha da anlaşılır kılınmasına gayret gösterilmiştir. Kitapta yer alan gerçek vaka analizleri belirlenirken ise hem konuyla ilgi olmalarına hem de okuyucunun dikkatini çekecek niteliklerinin bulunmasına özen gösterilmiştir. Bu itibarla kitapta Usame Bin Ladin Suikastı, Kasım Süleymani Suikastı, 7 Aralık 2012 Kumpası, Watergate Skandalı Adolf Georgievich Tolkachev Vakası, Aldrich Ames Vakası, Robert Philip Hanssen Vakası, MİT’in SIGINT ve ELİNT Kapasitesi, Covid-19 Salgını ve Siber Espiyonaj Vakaları, APT Grupları, Pegasus Casus Yazılım, Stuxnet Virüsü, 2007 Estonya Siber Saldırısı, 2015 Türkiye Siber Saldırısı, DAEŞ’in Sosyal Medya Stratejisi ve Ushahidi Platform şeklindeki 16 vaka detaylarıyla ele alınmıştır.
Bununla birlikte istihbarat alanındaki tüm analiz ve değerlendirmelerin çok hızlı değişen iç ve dış konjonktürün yanı sıra muazzam teknolojik ilerlemeler ile güncelliğini uzun süre koruyamadıklarını da akılda tutarak, bu çalışmamın da kısa bir süre içinde eksik (eski) kalacağı için eleştirilebileceğini bilmekteyim. Ayrıca tüm özen ve titizliğime rağmen her eserde olduğu gibi bu çalışmamda da bazı eksik yanların olduğunu peşinen kabul etmekteyim. Bu itibarla kitabımda yer alan eksikler ile ilgili olarak yapılacak olan her türlü eleştiri veya öneriyi memnuniyet ile dikkate alacağımı belirtmek isterim.
Son olarak bu kitabın hazırlanma aşamasındaki zorluklar karşısındaki destekleri için sevgili aileme, redaksiyonundaki katkılarından dolayı dostum Av. Hulusi TIĞLIOĞLU’na ve değerli meslektaşım Doç. Dr. Mehmet Emin ERENDOR’a, kitabın akademik altyapısının oluşturulmasındaki önemli tavsiyeleri için saygıdeğer hocam Prof. Dr. Barış ÖZDAL’a, kapak fotoğrafını tarafımıza sağlayan kıymetli fotoğraf sanatçısı Gökhan GENÇ’e, kitabın görsellerini hazırlayan başarılı siber güvenlik uzmanı Serhat AYDIN’a teşekkürlerimi belirtmek isterim.
başından bu yana, Türkiye’ye yönelik olarak faaliyet gösteren terör
örgütü Kürdistan İşçi Partisi (PKK), Irak’ın kuzeyinde faaliyet gösteren
Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve Kürdistan Yurtseverler Birliği
(KYB) olmuştur. Öte yandan PKK Terör Örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın
2003 yılında İmralı Cezaevi’nden verdiği talimat ile Demokratik Birlik
Partisi, (PYD) PKK’nın Suriye uzantısı olarak kurulmuştur. Gerçekte ise
PYD’nin kurulmasının arka planı, PKK’nın Suriye’de faaliyetlerine başladığı
1980’lerin ilk yıllarına kadar uzanmaktadır. PYD’nin Suriye’de 2003
yılı itibarıyla faaliyete geçirilmesi Esad rejimi tarafından tepkiyle karşılanmış ve söz konusu dönemde PYD mensuplarına yönelik tutuklamalar gerçekleştirilmiştir.
PYD, Suriye İç Savaşı’nın patlak vermesi ile birlikte kısa sürede
Suriye’de önemli siyasi ve askerî kazanımlar elde etmiş ve birçok yerleşim yerinin siyasi ve askerî kontrolünü ele geçirmiştir. Bu süreç içinde PYD, cihat yanlısı Selefi ve Tekfiri gruplarla mücadele stratejisi altında Amerika Birleşik Devletleri (ABD) tarafından yoğun olarak desteklenmiştir.
PYD’nin askerî aparatı ise ABD’nin eğitim ve askerî malzeme
yardımı ile birlikte PYD (Halk Koruma Birlikleri) isimli oluşum şeklinde
örgütlendirilmiştir.
KYP, lideri Celal Talabani’nin 3 Ekim 2017’de ölümü ile birlikte bu
oluşum etkisini görece kaybetmiştir. Akabinde ABD’nin karşı çıkmasına
rağmen yapılan bağımsızlık referandumu sonrasında KDP lideri Mesud
Barzani’nin siyasi etkisi bir ölçüde tasfiye edilmiştir. Bu itibarla PKK ile
bağlantılı PYD örgütlenmesi ABD’nin siyasi ve askerî desteği ile Kürt
siyasi hareketinin önemli bir örgütlenmesi olarak ön plana çıkmıştır.
Süreç içinde ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından 6 Kasım 2018 tarihinde
yapılan açıklamada yakalanmalarına yardım edilmesi hâlinde PKK’nın
Kandil’deki lider kadrosunda yer alan Murat Karayılan için 5 milyon
ABD Doları, Cemil Bayık için 4 milyon ABD Doları, Duran Kalkan için
ise 3 milyon ABD Doları ödül verileceği ilan edilmiştir.
Sonuç olarak PYD’nin ABD’nin desteği ile Suriye’nin kuzeyinde
artan etkisi, PKK’nin lider kadrosuna yönelik ABD’nin aldığı söz konusu
karar ile birlikte değerlendirildiğinde, süreç içinde PKK ile PYD’nin
ayrıştırılması noktasında ABD’nin inisiyatif alabileceği değerlendirile326
Kamu Güvenliği Politikaları
bilecektir. Böyle bir politikanın sonucu olarak ABD’nin Türkiye’den,
PKK’dan ayrıştırılan PYD’yi Suriye’de çözümün bir aktörü olarak tanımasını talep etmesi de gündeme gelebilecektir. Ayrıca PKK ile PYD’nin ayrıştırılmasının tam anlamıyla gerçekleşmesi hâlinde Atlantik savunma sistematiği içinde Suriye İç Savaşı dâhilinde PKK ile PYD üzerinde önemli görüş ayrılıkları bulunan Türkiye ile ABD’nin yeniden ortak zeminde bir araya gelmesi de kolaylaşabilecektir. Bu kapsamda çalışmada, söz konusu süreçler ve değerlendirmeler analiz edilerek, PYD’nin gelecek dönemdeki Suriye faaliyetleri kapsamında bir perspektif oluşturulmaya çalışılacaktır.
bir devletlerarası işbirliği modelinin söz konusu olamayacağını ileri
sürmektedir. Bu teorik yaklaşıma göre, uluslararası sistemin güvensiz
ve anarşik yapısı ittifak üyesi devletleri anlaşma şartlarına uyulmadığı
noktasında sürekli olarak endişeli hale getirmektedir. Bu nedenle de
devletler işbirliğine yanaşma tercihinden mümkün olduğunca uzak durmayı tercih seçmektedirler (Mearsheimer, 2014; 66).
Bununla birlikte, reel-politik paradigma ittifaka taraf olan devletlerin değişen şartlara bağlı olarak ittifaklardan kolaylıkla ayrılmayı tercih ettiklerini iddia etmektedir. Reel-politik yaklaşımda şartlara ve gelişmelere göre ittifakın ahde vefa (pacta sunt servanda) ilkesi sonucu ortaya çıkan hukuki yükümlülüklere genellikle uyulmayabildiği ileri sürülmektedir. Bu itibarla ittifakların varlığı, rahatlıkla güç mücadelesinin gölgesinde kalabilir (Grieco, 1998; 611). Reel-politik yaklaşıma göre uluslararası sistemin anarşik yapısı ve güvensizlik ortamı, devletlerin uzun süreli işbirliği yapmasını engellemektedir. Bu kapsamda reel-politik analizlerde liberal yaklaşımlardan farklı olarak,
ekonomik ve siyasi işbirliğinin güvenliği tesis etmedeki rolü açıkça
eleştirilmektedir. Ancak bu analistlerde uluslararası sistemde ittifakların
olabileceği gerçeğini de tamamen yadsınmamaktadır. Bu kapsamda reelpolitik paradigmalar açısından devletlerarası işbirliğinin genellikle askeri ittifaklar üzerinden gerçekleşmekte olduğu ileri sürülmektedir (Sandıklı ve Emeklier, 2012; 10).
Öte yandan, Türkiye ile Azerbaycan arasındaki ilişkiler reel-politik
düşüncenin devletler arasındaki işbirliği süreçlerine yönelik yukarda ana
hatlarıyla belirtilen katı paradigmaları kapsamında analiz etmek çok da
isabetli bir yaklaşım olamayacaktır. Bu kapsamda iki devlet arasındaki
ilişkilerin temelde “bir millet-iki devlet” anlayışı çerçevesinde geliştiği ifade edilebilecektir. Ayrıca son on yılda, Bakü ve Ankara arasındaki özellikle askeri alanda gelişen işbirliği süreçleri Güney Kafkasya stratejik dengesini değiştirecek bir askeri ittifak haline doğru süratle evrilmektedir. Ulaşılan yüksek işbirliği kapasitesi, Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri (ASK)’nin Dağlık Karabağ sorunu kapsamında Ermenistan’a karşı son dönemde gösterdiği askeri başarılar ve Türkiye savunma sanayiinin atılımları ile birlikte değerlendirildiğinde, yeni bir bölgesel gerçekliği açıkça yansıtmaktadır.
(Kasapoğlu, 2017).
Azerbaycan ve Türkiye arasındaki askeri işbirliği süreçleri ise temelde
Türkiye’nin Azerbaycan’ın NATO (Kuzey Atlantik İttifakı Örgütü / North
Atlantic Treaty Organization) ile ilişkilerinin geliştirmesine verdiği katkı,
TSK’nın Azerbaycan Ordusu’na yönelik eğitim çalışmaları ve teknik desteği, iki ordu arasında gerçekleştirilen ve son yıllarda iştirak eden silahlı unsurların artan kapasiteleri kapsamında dikkat çeken ortak tatbikatlar ve Azerbaycan’ın Türk savunma sanayi ürünlerine olan yoğun ilgisi başlıkları altında analiz edilebilecektir. Bu analiz dahilinde, Türkiye ve Azerbaycan arasındaki askeri işbirliği süreçlerini çok daha ileri bir aşamaya taşıyan 2010 tarihli Stratejik İşbirliği Antlaşması (Stratejik Ortaklık ve Karşılıklı Yardım Anlaşması) ise ayrıca ele alınacaktır.
Dolar Gayri Safi Yurtiçi Hasılası (GSYH) ile dünyanın en büyük ekonomisi
konumundadır. Böylesine büyük bir ekonominin ihtiyacı olan enerjinin temin
edilmesi, üretimi ve tüketimi aşamaları ise ABD geneline yayılmış olan stratejik
önem sahip tesislerinin planlı bir şekilde ABD Enerji Bakanlığı’nın (Department
of Energy/DOE) denetim ve gözetiminde faaliyet göstermesi ile mümkün olabilmektedir.
DOE aynı zamanda, ABD Federal Hükümeti’nin nükleer enerji ve nükleer
enerjinin güvenli kullanımı konularında politikalarını yürüten kurumudur
ve ülkenin nükleer silah programının geliştirilmesi, ABD Ordusu için nükleer
reaktör üretimi, enerji tasarrufunun sağlanması, enerji ile ilgili araştırmaların
koordine edilmesi, radyoaktif atıkların imhası ve yerli enerji üretimi konularında
önemli görevler üstlenmektedir.
ABD’nin enerji sektöründe faaliyet gösteren tesislerinin güvenliği kapsamında
geliştirilen tedbirler ise fiziksel ve siber tehditlere karşı alınan önlemlerinkarşı konulması (kontr/espiyonaj) amacına odaklanmaktadır. Bu noktada federal
kontr/espiyonaj faaliyetlerinin planlanması ve bu sürece dair adli kontrol
yetkisi, Federal Araştırma Bürosu (FBI) tarafından gerçekleştirmektedir. Konu
dahilinde DOE bünyesinde faaliyet gösteren İstihbarat ve Karşı İstihbarat Ofisi
(Office of Intelligence and Counterintelligence / OICI)’nin de önemli yetki ve
sorumlulukları söz konusudur. Zira OICI, federal sistemde faaliyet gösteren
30 yerel örgütlenmesi ile birlikte, DOE’nun denetim ve gözetiminde ABD’nin
enerji sektörü ile ilgili hayati ulusal güvenlik bilgilerinin korunmasında ve yeni
nesil teknolojilerini ve stratejik önem sahip tesislerini hedef alan hasım devlet
servisleri kaynaklı faaliyetlerin engellenmesinde önemli görev ve sorumluluk
üstlenmektedir. Bu görevleri kapsamında OICI, ABD İstihbarat Topluluğu’nun
bir üyesidir.
Bu bağlamda çalışmada FBI ve DOE bünyesinde faaliyet göstermekte
olan OICI’nin istihbari alandaki yetki, faaliyet ve sorumlulukları reel politik
paradigma kapsamında detaylı bir şekilde irdelenerek ABD’nin enerji sektörünü
hedef alan hasım istihbarat servislerinin faaliyetlerine yönelik kontr/espiyonaj
stratejisi analiz edilmeye çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: ABD, Enerji, DOE, OICI, Kontr/Espiyonaj
Öte yandan Soğuk Savaş sonrası dönemde özellikle 2000’li yıllar ile birlikte internet teknolojilerinde tecrübe edilen muazzam ilerleme ile birlikte, siber uzay alanı kapsamındaki söz konusu rekabet ABD ve Rusya Federasyonu (RF) arasında devam etmiştir. Bu rekabete, 2010 yılları sonrasında içinde bulunduğu teknolojik ilerleme ve ekonomik gelişmenin de katkısıyla Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC)‘de dahil olmuştur. Bahse konu rekabet kapsamında ortaya konulan teknolojik ilerlemeleri ile siber güvenlik alanına dair strateji belgeleri ve planlamaları dahilinde anılan devletler siber uzayı günümüzde domine eden en önemli küresel siber güçler haline gelmişlerdir.
Belirtilen rekabetin itici motivasyonu ise ABD, RF ve ÇHC’nin siber uzay kaynaklı teknolojik gelişmeleri askeri kapasitelerini (hard power) geliştirmek adına yeni bir fırsat olarak okumalarıdır. Bu okumaya son dönemlerde siber savunma ve saldırı kapasitelerine yaptıkları yatırımlar ile birlikte İran, İsrail, Kuzey Kore ve Hindistan’da bir ölçüde dahil olabilmiştir. Tüm bu çabalar ise uluslararası sistemde siber uzayın askerileştirilmesi ve silahlandırılması sonucuna yol açmıştır.
Bu çalışmada siber uzay kaynaklı teknolojik gelişmelerin ortaya çıkışı, bu gelişimin siber uzay olarak adlandırılan dijital alanın yaratılmasına yaptığı katkı, devletlerin ve uluslararası örgütlerin siber uzayın sağladığı imkanları askeri kapasitelerini geliştirmek adına nasıl kullandıkları ve siber uzayda kullanılan siber silahlar irdelenmiştir. Sonuç olarak ise siber uzayın devletler arasındaki güç mücadelesi dahilinde askerileştirilmesi ve silahlandırılması süreçleri ve nedenleri analiz edilmiştir.
Kitap önsözlerinin basit bir anlatım tarzıyla kitabın neden yazıldığı, yazılırken ne gibi süreçlerin tecrübe edildiği, amacının ne olduğu ve hedef kitlesi olarak kimleri belirlediği şeklindeki temel konulara odaklanması gerektiği düşüncesindeyim. Bu itibarla bu kitabın “Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya Federasyonu’nun Siber Güvenlik Stratejilerinin Karşılaştırmalı Analizi” isimli tez çalışmamın kitaplaştırılmış hali olduğunu belirtmek isterim.
Sn. Danışman Hocam Prof. Dr. Barış ÖZDAL’ın destek ve katkısıyla, ayrıca tez jürimde yer alan tüm Hocalarımın teşvikleriyle söz konusu tez çalışmamın kitaplaştırılmasını karar verdim. Bu kararımın önemli bir diğer nedeni ise uluslararası ilişkiler ve siber uzay çalışmalarını birlikte ele alan güvenlik analizlerine düşüncelerim kapsamında nazicazen bir katkı sağlamaktır.
Takdir edileceği üzere, siber güvenlik çalışmaları ülkemizde genel itibariyle bilişim teknolojileri temelli teknik konular olarak kabul edilmektedir. Benzer ön kabulden hareketle sosyal bilimciler de siber güvenlik çalışmalarını teknik bir alan okuyarak, özellikle teknik altyapı bilgisi gerektiren bu tür çalışmalardan kaçınma eğilimi gösterebilmektedirler. Hâlbuki siber güvenlik ve siber uzay çalışmalarını sadece teknik bir alan olarak değerlendirmek, bizce meseleyi son derece dar bir bakış açısıyla ele almak anlamına gelmektedir. Siber güvenlik ve uzay, özü itibariyle elbette ki teknik meselelerdir. Ancak siber güvenlik ve siber uzay alanı temelli gelişmelerin bireylerin, kurumların ve devletlerin güvenliklerini yakından ilgilendirdiği, uluslararası sistemdeki aktörler arasındaki ilişkilere önemli ölçüde tesir ettiği, bu kapsamda da uluslararası ilişkiler disiplininin çalışma konuları dahilinde önemli sonuçlara neden olduğu ortadadır.
Bu itibarla tez konusunun seçilmesi ve yazım sürecini temelde Türkiye’de sınırlı çalışılan bir alanda ilk olma ve gelecek dönemde bu alanı domine edebilen bir akademisyen olarak kabul edilme hedefleri kapsamında şekillendirdim. Bu çerçevede uluslararası ilişkiler ve siber uzay konuları dahilinde Türkiye’de sınırlı kaynağın bulunması, konu-nun teknik alan bilgisine ihtiyaç duyması ve mevcut yabancı (İngilizce ve Rusça) kaynakların da ciddi çeviri bilgisi gerektirmesi bağlamında belirlenen bu hedefin zorlu bir süreç ve ciddi destek gerektirdiğini bil-mekteydim. İhtiyacım olan desteği ise tez yazım ve kitaplaştırma süre-cinde çalışmamın her satırı detaylı bir şekilde okuyarak değerlendiren, yönlendirmeleriyle çalışma şevkimi arttıran, hatalarımı düzelten değerli Hocam Prof. Dr. Barış ÖZDAL ile tezimdeki yazım hatalarımı sabırla düzelten kıymetli dostum Tarık DİLAVER ve ablam Figen DARICILI’dan buldum. Bu vesile ile anılanlara, ayrıca hayatım boyunca desteklerini ve sevgilerini her zaman hissettiğim değerli DARICILI ailesinin tüm fertlerine teşekkür ederim.
Tüm bu yazılanlar ve bir tezin kitaplaştırılması süreci kapsamında ifade ettiğim hususlar dahilinde kitabın hedef kitlesinin sadece akademik çevreler olmadığını da rahatlıkla belirtebilirim. Bu itibarla kitapta yer alan;
-Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Sovyetler Birliği arasında Soğuk Savaş döneminde yaşanan rekabetin günümüz internet temelli teknolojilerin gelişmesine yaptığı katkı,
-ABD ve Rusya Federasyonu (RF) gizli servislerinin karşılıklı olarak gerçekleştirdikleri iddia edilen örtülü siber operasyonların mahiyet-leri, planlamaları ve etkileri, bu itibarla her iki devletin istihbarat yapı-lanmalarının siber kapasitelerinin detayları,
-RF’nin 2007 yılında Estonya’ya, 2008 yılında Gürcistan’a ve Litvanya’ya, 2009 yılında ise Kırgızistan’a yönelik gerçekleştirdiği iddia edilen siber saldırıları,
-Türk hava sahasını ihlal eden bir Rus Su-24 uçağını düşürülmesi akabinde, RF’nin Türkiye’ye yönelik olarak 14 Aralık 2015 tarihinde saat 12.00 itibarıyla başlattığı ve günlerce sürdüğü iddia edilen siber atakları,
-ABD’nin 1982 yılında Sovyetler Birliği’nde Sibirya dogal gaz boru hattına yönelik olarak gerçekleştirdiği iddia edilen “Mantık Bombası” saldırısı,
-Ayrıca CIA ve MOSSAD tarafından hazırlandığı ddia edilen, 2010 yılında İran’ın Natanz nükleer tesislerin hedef alan, bu tesisde fiziki hasar ve can kaybına neden olan “Stuxnet” virüsü,
-ABD’nin teknolojik ve ekeonomik üstünlüğüne rağmen siber ka-pasitesindeki zafiyetlerini dünya kamuoyuna yansıtan WikiLeaks Skandalı, Snowden Olayı ve RF ile arasında ciddi gerginliği yol açan Demokrat Parti Hack Skandalı kapsamındaki siber saldırıların arka planları,
gibi konuların akademik yanı bulunmayan okuyucular tarafından da ilgili ile takip edilebileceğini düşünmekteyim .
Son olarak siber güvenlik alanındaki tüm analiz ve değerlendirmelerin hızlı teknolojik ilerlemeler ile birlikte güncelliğini uzun süre koruyamadıklarını da akılda tutarak, bu çalışmamın da kısa bir süre içinde eksik (eski) kalacağı için eleştirilebileceğini bilmekteyim. Ayrıca tüm özen ve tiziliğime rağmen her eserde olduğu gibi bu çalışmamda da bazı eksik yanların olduğunu peşinen kabul etmekteyim. Bu itibarla kitabımda yer alan eksikler ile ilgili olarak yapılacak olan her türlü eleştiri veya öneriyi memnuniyet ile dikkate alacağımı belirtmek isterim.
Dr. Ali Burak DARICILI
Ankara /Ağustos 2017
daricili@yahoo.com
yönelik tartışmalar artarak devam etmektedir. Bu tartışmalarının
temelini de söz konusu dönemde Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Çin
arasında küresel güç mücadelesinin artacağı iddiası şekillendirmektedir. Bu
çalışmada bahse konu tartışmalar kapsamında “yapay zeka” (YZ) temelli
teknolojilerin uluslararası güvenliğe etkileri analiz edilmektedir. Analiz dahilinde
ABD ve Çin arasında YZ alanına yönelik artan rekabet, reel politik
paradigmalar kapsamında değerlendirilmektedir. Söz konusu değerlendirmeler
ışığında çalışmada güvenlik ve savunma alanına ilişkin olarak Türkiye’nin
potansiyel YZ strateji ve planlamalarına dair önerilerde bulunulmaktadır.